Kastamonu Lahikası | Mektup 156 | 250
(249-250)

Ezcümle: Size yazılan, dört ay gelmiyen hâne sâhibesi için Emin kardeşimize dedi: “Haber gönder” tekellümünde, onun kapı çalması tevafuk ettiği gibi; aynı cümleyi, iki def’a okunduğu zaman, “Emin’e dediği” kelimesi okunduğu ânında, aşağıdaki kapıyı Emin açtı. Gelmek zamanı gelmeden geldi.

İkinci gün, yine başka bir adama okunduğu vakit, “Emin’e dediği” kelimesini okuduğu vakit, aynı anda yukarı kapıyı Emin açtı, gelmek âdetine muhalif olarak geldi, girdi. Bu iki tevafuk, hane sâhibesinin tevafukuna tevafuku gösteriyor ki; en cüz’î işlerimiz de tesâdüf değil, kasdî tevafuktur.

Hem dört ay evvel bize bir parça tarhana getiren Risâle-i Nur şâkirdlerinden Fuad’ın İstanbul’a gidip, otuz gün te’hirinden geç kalmasından endişe ettiğimiz aynı günde, onun tarhanası bittiği aynı günde gelmesi, tevafuk etti.

Hem aynı günde, bir parça tereyağı, (biz ve üstadımız da bunun bereketini hissediyorduk) bittiği dakikada onun mikdarına tevafuk edip, zannımızca aynı yerde, aynı mikdar, aynı zamanda geldiği gibi...

Hem buralarda köylerde, kül içinde yapılan bir çörek, üstadımızın hoşuna gittiği için sabah-akşam ondan yiyip ve on beş gün devam edip, bittiği aynı günde, aynı çörekten, onun akrabasından birisi getirdi. Bu tevafukun hâtırı için geri çevirmedi, kabul etti. Mukabiline bir teberrük verdi. Gözümüzle bu latif tevafuktaki şirin inâyet-i İlâhiyenin cüz’î cilvelerini gördük ve anladık ki, kör tesâdüf işimize karışmaz.

Mânidar tevafuk, Risâle-i Nur’un kelimatında ve hurûfâtında olduğu gibi, ona temas eden harekât ve ef’alde de öyle manidar tevafuklar var. İnâyete temas ettiği için, en cüz’î birşey de olsa kıymeti büyüktür. Böyle uzun yazmak ve ziyâde ehemmiyet vermek israf olmaz. Çünki, ma’nası olan inâyet ve iltifat-ı rahmet muraddır. Ve o bahis dahi, ma’nevî bir şükürdür.

Risâle-i Nur şâkirdlerinden
Emin, Feyzi

* * *
Dinle
-