Kastamonu Lahikası | Mektup 169 | 270
(268-270)

Burada da yağmura şedid ihtiyaç vardı. Yağmur gelecek hiçbir alâmet hissetmiyorduk. Bu kaht zamanında yağmursuzluk, fakir fukaraya çok ağır gelmişti. Ben üç def’a namazdan sonra, ma’sûm fukaraları ve aç kalan hayvanları ve Risâle-i Nur’u şefaatçi yapıp dua ettik. Birden aynı gece de, me’mulümüzün fevkinde, duanın tam kabulünü gördük. Ben hayretle, bu cüz’î duamız, bu küllî mes’eleye ne derece dahli olduğunu bilemedim. Dedim: “Her halde çok mühim dualara, duamız da binden bir hissesi olmuş.”

Şimdi tahakkuk etti ki; Isparta nûranîleri, nurlu ma’nevî duaları, bizi de o rahmetten hissedar eyledi. Hattâ o duama arkamdan âmîn diyenlerden Feyzi’ye, bu ma’nayı, bu hayretimi de ona şimdi söyledim. Evvelce söyleseydim, onun hüsn-ü zannını ta’dil edemeyecektim. Çünki o, üstadına en büyük hisse veriyor.

Sabri’nin mektubunda, Sıddık Süleyman ve Barla’daki kardeşlerimizin selâmları ve eski alâkalarını tam muhafaza eylemeleri, Barla’daki hayatımı tahassürle hatırlattırdı. Ben de onlara çok selâm ederim.

Mübârek Hüsrev mektubunda, has kardeşlerimizden Re’fet, Rüşdü, Kâtib Osman, Osman Nuri, Âtıf ve Feyzi’nin bir yâdigâr-ı tahattur olarak birer nüsha yazılarını bizlere hediye edilmelerini yazıyor. Cenâb-ı Hak onlara, yazdıkları herbir harfe mukabil bin hasene versin, âmîn.

* * *
Dinle
-