Hattâ ben de eskide sarih ismiyle birkaç def’a, Risâle-i Nur talebesi ünvanıyla yüzer def’a onu ve onu Risâle-i Nur’a veren merhum pederini ma’nevî kazançlarıma şerik ettiğim gibi; şimdi sarih ismiyle bazı gün elli def’aya yakın hissedar oluyor. Demek onun hayat kazancı ziyâdeleşmiş. Cenâb-ı Hak onun akaribine sabr-ı cemîl ve ona mağfiret-i kâmile ihsan eylesin, âmîn.
O mübârek kalemini bize vermişti; ben de onu, hem Abdurrahman, hem Abdülmecid yerinde kabul etmiştim. Onu vefat etmemiş gibi, dâima kalemi işler hükmünde kabul ediyoruz. İki yüze yakın ma’sûmları hanesinde Kur’an’ı ve Risâle-i Nur’u ders veren o mübârek zât, aynen Abdurrahman gibi az bir zamanda uzun bir ömrün vazifesini çabuk görmüş, bitirmiş gitmiş. Kardeşimiz Kâtib Osman’ın onun hakkında yazdığı parlak fıkra, Lâhika’ya girdi. Hakîkaten o zât, o fıkraya lâyıktır. İnşâallah Isparta’da o sistemde çoklar daha çıkacak. Bu acıyı unutturacak. Benim tarafımdan onun vâlidesini ve çocuklarını ta’ziye ediniz.
Risâle-i Nur’un gâyet ehemmiyetli bir şâkirdi olan Hulûsi Bey’in ehemmiyetli bir mektubunu gördüm. Elhak o kardeşimiz birinciliğini dâima muhafaza ediyor. Ben onu dâima kalem elinde, Risâle-i Nur’un işi başında biliyorum.
Hem bütün muhaberelerimde birinci safta muhatabdır. Onun sualleriyle yazılan Mektubat Risâleleri ve onun yazdığı samîmî mektubları, onun yerinde pek çok insanları Risâle-i Nur dâiresine celbetmiş ve ediyor. O dediği gibi, bizden uzak değil. Her gün, çok def’a beraberiz. Muhaberemiz hiç kesilmemiş. Sizlerle konuştuğum vakit Hulûsi’yi içinde buluyorum. Sabri, nasıl onun hesabıyla benimle konuşuyor; benim bedelime de onunla konuşsun.
Umum kardeşlerimize birer birer selâm ederiz.