Barla Lâhikası | Mektub 43 | 50
(50-50)

(Şu fıkra ikinci bir Sabri olan Hâfız Ali’nindir)

Efendim! Yirmi Beşinci Söz, Cenâb-ı Hakk’ın ferman-ı mübîni olan Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyân için öyle bir vuzûh-u etemmi hâvi bir muarrif-i hakîkidir ki: Bahr-i hakâikte seyr ü seyahat eden ve hâricen çelikle mücellâ ve müstahkem ve dâhilen elmas ve akikle müzeyyen ve müberhen ve menba’-ı hakîkisi olan Furkan-ı Hakîm gibi, dâima gençliğini ve resanetini, zînet ve hüsnünü tezyid ve muhafaza eden ve hiç bir vecihle ahkâm-ı memdûhasına nakîsa getirmeyen, bir sefine-i semaviyenin mahsûlü olup, kalbleri kışırlanarak felsefenin çıkmaz çığırlarına sapan gâfil ve âsilere şiddetle darbe-i müdhişe ve mühlikesini çarpan o Söz, muti’lere lûtf-u dest-i ma’nevîsiyle, dünyevî ve uhrevî nihayetsiz mükâfatını ihsan eden Cenâb-ı Hakk’ın, zât-ı üstadânelerine lütuf buyurduğu ve “Vehhâb” ism-i celilinden tulû’ eden nurun lem’asiyle ziyalandırıp hakâik-i İlâhîyenin zerrelerini bile pırlantalar gibi görüp ve gösteren üstadımın hakâik denizinde seyr ü seyahatları esnasında isabet eden mevceler ki: Yekdiğerini müteâkib her birisi başlı başına bir mu’cize hatta bir katresi bile îcaziyle i’cazını gösterdiğini gördüğümde “Mâşâallah”, “Elhamdülillâhi alâ nûr-il îman ve hidayet-ir Rahmân” cümle-i celîlesini lîsanımda vird ediyorum.

Ali


Səs yoxdur