Barla Lâhikası | Mektub 100 | 107
(107-107)

(Âsım Bey’in fıkrasıdır)

Üstadımı bu fakire lütf ve kereminden ihsan buyuran Kadîr-i Mutlak, ezel ve ebed sultanı Cenâb-ı Hayy-ı Lâyemût Hazretlerine, her dakikada yüzbinlerce hamd ve şükr etsem -ki ediyorum- yine yüz binde bir borcumu bile îfâ edemem.


Pür-taksir olan bu fakir, bilâfasıla otuzdört sene olan hayat-ı askeriyemde, muktezâ-yı beşeriyet, az ve çok mâsiyet fırtına ve dalgalarına tutulmuş, vazife-i diniye-i uhreviye ve ubûdiyet ciheti pek çok noksan kalmış ve hâb-ı gaflet perdesine bürünmekle imrar-ı hayat etmiş olduğumu şimdi anlıyorum ve kusurlu geçmiş zamanlarıma pişman ve nâdim olup, evvelki güldüklerime şimdi ağlıyorum. Bu da, siz Üstadıma ve risâlelerinize kavuşmakla hasıl olmuştur ki, yüz binlerce şükür Cenâb-ı Hak sizi bu fakire ihsan buyurdu.

Dört sene evvel Burdur’a geldiğimde, kardeşimiz Şeyh Mehmed Efendi’nin delâlet ve tavassutu ile muhabereye başlamış ve binnetice hikmet-resan ve nur-feşan ve müşkil-küşa ve kâinatın muamma-yı tılsımını açan anahtarları bu fakirin eline veren yine o risâlelerdir. İşte o bahâ takdir edilemeyen o anahtarlar, öyle mücevherat ve pırlanta elmaslar ki, ne diyeyim iktidarsızlığımdan lîsanım ve kalemim kalbimin tercümanı olamıyor, âciz kalıyor.

Şeriat, hakîkat ve mârifet hazine ve definelerini küşâd edecek ve eden, ancak ve ancak bu Nur risâle-i şerifeleridir. Bu Nur risâlelerinin her birisi birbirinden nurlu, hele İ’caz-ı Kur’ân “nûrun alâ nûr.” Nasıl tavsif edeyim, bir gülistan-ı ferah-fezâ, gâyet nâdide ve hoş bu ezhar-ı lâtife gûna-gûn bulunup da, hangisini koparmağa, koklamağa, tercih etmeye mütehayyir kalıp da, neticede hepsinden bir deste, bir demet yapmağa karar verdiği gibi; bu risâle-i şerifeler de yazanı, okuyanı, dinleyeni nur bahçesine, nur deryasına gark edip de mütefekkir, mütehayyir edip, hepsinden bir çiçek demeti yapmaz da ne yapar! İnsanı, fakat o insanı tahayyür ve tefekkür sahrasında mest-i lâya’kıl bırakmaz da ne yapar! Bütün dünyevî beşeriyet ve hayvâniyet hâssalarından tecerrüd etmesine, Hâlıkına ubûdiyet-i mütemâdiyede bulunmasına, mezmum bilcümle ahlâkları def’ ve tardetmesine ilh... gibi hissiyatiyle mütehassis edip de nefs-i emmâreyi öldürmez de ne yapar!

Diyebilirim ki, bu Nur risâle-i şerifeleri bir gülistan-ı cinândır. Bu gülistandan istifade edemeyen bed-mâyelere, nasibedar olamayanlara sad-hezar teessüf. İşte o gibilere ilham-ı Rabbânî erişsin de, Yirmi Üçüncü Söz risâle-i şerifesinin âhirindeki iki levhanın birincisi ki, hicab-ı gafletten nihanı, ikinci levhadaki zeval-i gafletle âyâna tebdil edebilsinler.

Cümle mü’minîn-i muvahhidînin tarîk-ı hidâyette hatve-endâz olmaları için; Cenâb-ı Vâcibü’l-Vücûd Hazretlerine kavlen duâ ve tazarru’ etmekliğim ve fiilen de henüz dörtte birini yazamadığım, bu Nur risâle-i şerifelerinin fakirde mevcûd olanlarını, itimad ettiğim, muhabbet ve aşkı olduğunu hissettiğim ihvâna, ezcümle (....................) gibi zevât-ı muhtereme, cum’a günleri fakirhânemde toplanıldığı vakit, bizzat okuyor ve ellerine birer Nur parçalarından verip akşama kadar ve ba’zı geceleri okunmakta devam ediliyor. Hepimiz Cenâb-ı Kâdir-i Kayyûma ubûdiyet ve niyazımızı îfa ediyoruz ve Zât-ı Üstadânelerine karşı da, bu borcumuz olan duâ-yı Üstadânelerini yâd ve tezkâr ediyoruz.

Cenâb-ı Zül-Celâl ve’l-Kemâl Hazretleri Muhterem Zât-ı Üstadânelerini dünyalar durdukça Nur Risâlelerini rehberlikte, delâlette ve nur dellâllığında ilâ-âhirüddeveran kaim buyursun, duâsını her namazın âhirinde hemşirenizle beraber vird-i zebân etmişiz, Efendim Hazretleri.

Âsım


Səs yoxdur