Barla Lâhikası | Mektub 104 | 111
(111-111)

(Sabri’nin fıkrasıdır)

On Dördüncü Asrın elli ikinci sâline yetişip, ahkâm-ı kat’iyyesiyle mü’mine beraat ve mücrime i’dam-ı ebedî kararının infaz ve icrası gününe kadar, bâki kalacak olan kavânîn-i ezeliye-i Sübhâniyeyi, bilkülliyye hedm ve imhâ etmek âmâl-i bâtıla ve efkâr-ı münafıkanesine kapılan ehl-i dalâlet, ilk hatvelerini atmak istedikleri sırada, (keşf-i kablel vuku’ olarak), işbu çelik kal’a ta’bir ettiğimiz, Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyân’ın müfessir ve mümessili olan Nur deryası, zâhiren Otuz Üç aded, ma’nen Otuz Üç milyon elması, inci ve mücevherat-ı mütenevvia ve müteaddideyi vücûda getirdikten sonra, asıl kal’anın bu teşkilât-ı nurânîye ve mühimme dâiresinde tanzim ve tarsîni iktiza ettiği hengâmda, ednâ bir amele olarak, yüz bin def’a haddimin fevkinde olan şu kudsî vazifeye, bu abd-i âciz de, tayin ve kabul edilmekteki tevfikat-ı Sübhâniyeye karşı, secdegâh-ı Rabbânîyede mütalâa ve riya olmasın şu fâni vücûdumu ârâmsız ifnâ etsem, o mukaddes vazife dâiresinde, bir dakika müşerrefiyetime mukabil ubûdiyet etmiş olamayacağımdan,

kaside-i şerifesiyle arz-ı ubûdiyet etmekle iktifa ettim.

Hulûsî-i Sâni Sabri



Səs yoxdur