Barla Lâhikası | Mektub 107 | 114
(114-114)

(Sabri’nin fıkrasıdır)

Vakit vakit mukaddesat-ı diniyeye, ehl-i dalâletin icra etmekte oldukları hücumlarla, ruhumda açılan cerihaların teellümatiyle müteellim olduğum bir anda, muhterem Bekir Ağa Hızır gibi yetişerek, Yirmi Dokuzuncu Mektub’un Yedinci Kısmını sunup, derdime derman oldu.

Evet eczahâne-i Kur’ân’ın müstahzarâtından ve ancak binden bir nisbetindeki hikmetînden olan işbu dürr-i meknûn, es’ile ve ecvibe, işâret ve sarahatiyle tedavi ile, mağmûm kalbimi tesrîr ve müteessir vicdanımı tenvir ve mükedder ruhumu mahzuz edince dedim: “Aman yâ Rabbi! Sen Resulün ve Habibin Muhammed Mustafa’nın (A.S.M.) hakîki ümmetîne öyle bir tükenmez hazâin-i hikmet bahşetmişsin ki, o hazine-i kudsiye 1351 sene ahkâm-ı ezelîsi ve ferman-ı ebedîsiyle öyle bir hayat-ı bâkiye ihsan etmiş ki, hakîki verese-i enbiya olan ulema-i be-nâm, en kısa bir âyetten nice hakâik-i nâmütenâhiye istinbat ve istihraç ederek ümmet-i Muhammedin kulûb-i mecruhalarını Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân’ın âb-ı hayatıyla ihya buyuruyorsunuz. Ey Mâlikü’l-Mülk, ey Hâlık-ı Zülcelâl, ey Hâkim-i Bîmisal! Senin Zât-ı Azamet-i Kibriyana iltica ederek niyaz ediyorum, şöyle ki: Ahkâm-ı Kur’âniyeyi i’lâ ve tarîk-ı Ahmediyeyi ibka ve hakîki verese-i enbiyanın âmâl ve makâsıdını teshil ve teysir buyurarak, bu biçâre kullarını Kur’ân-ı Azîmüşşan’ın dâire-i nurânîyesinde mes’udane i’lâ-yı kelimetullah etmeyi göstermeden hayat-ı bâkiye âlemine göçürme Allahım, diyerek zâhirî ve bâtınî gözlerimi levâih-ı Kur’âniye ile perdeledim, üstadım efendim.

Pür-kusur talebeniz

Sabri


Səs yoxdur