Barla Lâhikası | Mektub 154 | 161
(161-161)

(Hâfız Ali’nin fıkrasıdır)

Sevgili Üstadım!

Bu def’a irsâline inâyet buyurulan Hikmetü’l-İstiaze’nin İkinci Kısmını aldım. Sekizinci İşârette isbat edilip gösterilen (Hak ve hakîkat), dalâlet vâdilerinde uçan serseri mudillerin yollarını pek vâzıh tenvir ile, onlara hem kendilerinin ne yaptıklarını, hem cadde-i hakîkatı göstermekle îcazıyla azîm bir mes’ele tahayyül buyuruluyor.

Dokuzuncu İşâret’te ise, bütün ehl-i îman ve bilhassa Risâle-i envâr ile hilkat-ı insaniyenin gâye-i hakîkisini anlamaya çalışan talebeleriniz, rûhen istikbale gittikçe, bu mes’ele pek geniş bir dâire olarak, Hazret-i Âdem’den beri bütün Peygamberan-ı İzam hazeratının ehl-i dalâlete karşı mağlûbiyeti ve feci’ hâdiseler çok düşündürüyor ve kalbi zedeliyordu (Elhamdülillâh hâzâ min fadli Rabbî). O geniş dâire öyle tenvir ediliyor ki; içinde Üstad’dan, Fahrü’l-Mürselîn’den, Hazret-i Âdem’e kadar müşkilât, hak ve hakîkat kılıncıyla fethedilip, akıl ve kalb (sadakte ve bilhakkı natakte) diye tasdik ediyorlar.

Onuncu İşâret’i yazarken elimden kalemi bırakarak hazırûna okudum. İçinde temsilin misâl değil, hakîkat olduğunu ve böyle bir hakîkatı, ism-i Hakîm ve ism-i Nur ve ism-i Bedî’in cilvesiyle görüleceğini derkettim. Ve hayâlen tatbikine çıktım. Pek doğru bir esas olduğunu anladım, Cenâb-ı Hakk’a şükrettim.

On Birinci İşârette gösterilen zecr-i Kur’ânî, (kâinat tarlasının mahsûlü, makinasının mensucatı, insan nev’i olduğu ve umum mevcûdât semeratiyle o nev’e hizmet ettiklerinden insan hodgâmlığıyla, bedbînliğiyle o azîm gâye-i dünyayı hiçe indirmesiyle), büyük çarklar misillü anâsır-ı külliyenin insan aleyhine hareket ettiklerini ve mühlik mes’uliyetten kurtulmak ancak Kur’ân-ı Hakîm’in dâire-i kudsiyesine girmek ve Fahrü’l-Mürselîn’e ittiba etmekle olacağını beyân ile insanı kendine vezin ettiriyorsunuz.

On İkinci İşâret ve Dört suâlin cevabının ihtiva ettikleri hakîkatlar, (bizi arasıra kendi hesabına çalıştırmak isteyen ve cüz’-i ihtiyar ile kendisinde bir varlık görüp, istihkaka göz diken ve şöhret ve hodfüruşluk tahakkümüyle, hebaen çalışan nebatî ve hayvanî nefis ve heva zincirlerini, altun makaslarla keserek halas buyuruyorsunuz.)

On Üçüncü İşâret ve üç nokta ile her zaman hususuyla mübârek vakitlerde bizimle uğraşan ve ba’zı ye’se düşüren, yüzümüzün siyahlığını görmeyip, mü’min kardeşlerimizin ufak tefek çizgiler nev’inden karalarıyla onları, bütün siyahlıkla ittiham ettiren, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetîni ve Gaffâr ve Rahîm isimlerini tenkide cür’et eden ve bu yüzden büyük tahribâtlara sebebiyet verdiren hizbü’ş-şeytanın kuvveti gösteriliyor.

Muhterem Üstadım;

Bu işâreti yazarken, vücûd âlemine seyahata çıktım. İşârâttaki noktalar bir müfettiş hükmüne geçti. İzah buyurulan kuvvetler yerinde görülüp, teslim-i silâh etmek üzere idiler. Bize bu kuvvetleri gösteren Kur’ân-ı Hakîm’den istimdât ve feyzi, her hatvelerimde istiyordum. Ve bize bu esas hakîkat-ı hayatın neticelerini, karanlıklarını gösteren üstadımız, muvaffakıyetimizi Cenâb-ı Hak’tan dilemekte olduğu, her an kendini göstermektedir. Ve inşâallah halas edecektir.

Muhterem Üstadım! Bu onüç İşâret, onüç cevahir kümesini muh-tevidir. Bunlardan ba’zılarını ipe çizip göstermekle ve çizmemekle ve görmemekle, o cevahir hazinesine ve cevherlerine bir nakîse gelmeyeceğinden eğri ve doğru çizmek istediğim cevherler, inşâallah hüsnünü zâyi’ etmez.

Ey sevgili Üstadım, ne kadar teşekkürât-ı vefîre îfâ etsem ve hayli minnetdar olsam, yine îfa edemeyeceğime kail olduğumdan, dilerim Cenâb-ı Hak’tan razı olacağınız kadar nail-i mükâfat eylesin. Âmîn, bihürmeti, Seyyidi’l-Mürselîn.

Hâfız Ali (R.H.)


Səs yoxdur