Barla Lâhikası | Mektub 170 | 177
(177-177)

(Hulûsî Bey’in fıkrasıdır.)

(Eğridir’de bir kardeşimize gönderdiği mektubdandır.)

Üstad Hazretlerinin son Otuz Birinci Mektub’un, On Üç ve On Dördüncü Lem’alarını hâvi olan pek kıymetli, nurlu ve hikmetli, serâpa nur olan hakâik derslerinden derin ma’nalı, şirin lezzetli, asel-i musaffa nev’inden ekmel eserlerini almakla bahtiyar, cevab takdimine muvaffak olmamakla bedbahtım. Şuracıkta karalamaya niyet eylediğim birkaç satırla, o ders-i hakâikten aldığım feyzi îzah veya duygularımı nakletmek istemiyorum. Çünkü, bu dersin nihayetindeki husûsi hâşiye, sanki ma’nen beni bir müddet mektub yazmaktan men’etti. Zâhirî ma’nalar da, bu işâretin doğrudan doğruya bu biçâreye âid olduğunu göstermektedir. Bu nurlu dersi bir def’a (On Üçüncü Lem’a kısmını) imam Ömer Efendi gibi arkadaşlara okuyabildim.

Sevgili Üstadımın emirleri, işâretleri, dersleri, tenbihleri, ikazları, irşadları, tehditleri, şefkatleri hep hakîkatlıdır. Bugüne kadar söylenmişler böyle olmakla beraber, bundan sonrakiler de aynı mâhiyettedir. Aslâ şübhe ve tereddüdüm yoktur. Tabiî, sevk-i tabiî tesâdüf değil. Hakîki, fıtrî sevk-i İlâhî, kader-i Sübhanî, her işimizde hâkim. Cüz’-i ihtiyarımızla seyyiatımızdan mes’ul olmakla beraber, hasenat tevfik-i Hudâ ile olduğuna, Kur’ân-ı bahirü’l-bürhan şahid-i sadıktır.

Hulûsî


Səs yoxdur