Barla Lâhikası | Mektub 179 | 186
(186-186)

(Hâfız Ali’nin fıkrasıdır)

Pek Sevgili ve Muhterem Üstadım!

Hazret-i Şeyh-i Geylanî (kuddise sırruhul’âlî)nin kerâmet-i acibe-i gaybiyesini aldım. Hayretimden düşünmeye başladım. Aradan çok geçmeden hizmet ettiğim Nur elektrik fabrikasından bir düğme çev-rildi. Bir mumluk bir ziya geldi. Birşeyler görmeye başladım. Aynıyla yazıyorum. Kusur ve noksan, biçâre Ali’nindir.

Evet üstadım, nasılki, Fahr-i Âlem (Sallâllahü Aleyhi ve Sellem) Hazretleri şecere-i kâinatın hayatdâr çekirdeği, Enbiya ve Mürselîn o şecere-i mübârekin dalları olup, dalın ibtidasından müntehasına kadar kat’i bir alâka ile dâimî birbirlerini götürüyorlar. Bu sır için Hazret-i Âdem Safiyyullah kokladığı ve hissettiği Nur-u Muhammed (A.S.M.) hakkında demiş: (Ya Rab, benim alnımda bir çığırtı var, ne-dir?) Cenâb-ı Kibriya Hazretleri buyurmuş: “Nur-u Muhammed (A.S.M.)ın tesbihidir.” Aynen kütüb-ü sâbıkada vesile-i dünya olan (Şah-ı Levlâk’i) evsafıyla, ashabıyla haber vermeleri gösteriyor ki; ulûm-u evvelîn ve âhirîni câmi’ bir kitab ile ba’s olunacak, kâinatın ruhu hükmünde ve bütün kâinatın güzellikleri kendi fıtratında tecemmu’ edip, tekemmülle tulûu, fecirden sonra şemsin tulûu gibi bekleniyordu.

İşte bu kitab-ı kâinatın vâzıh bir fihriste-i mukaddesesi olan Fur-kan-ı Mübîn arş-ı a’zamdan ve her ismin a’zamî mertebesinden nüzul ile kökü arş-ı a’zamdan, gövdesi Fahr-i Âlem’in (Sallallahü Aleyhi Vesellem) sadrına ve dalları bütün zemini ihâta eden kitab-ı kâinatın her sahifesinde ve her cüz’ünde Lâfzullah ve Lafz-ı Resul-i Ekrem (Aleyhissalâtü Vesselâm) ve Lafz-ı Kur’ân’ın bütün birbiriyle alâkadarane işâret edip birbirini göstererek, birbirinin hükümlerini tasdik ettikleri misillü, Hazret-i Şeyh (K.S.) sırrına mazhar olduğu, esmâ ve cilvesine mazhar olduğu Levh-i Mahfuz ve lütfuna mazhar olduğu Cenâb-ı Hâlık’ın bildirmesiyle, sekiz asır sonra kendisiyle te-vâfuk eden bir hâdim-i Kur’ân’ı görüp ve tasdik etmekle haber ver-mesi, hak ve ayn-ı hakîkattır.

Evet, Hazret-i Şeyh hâdim olduğu o hizmet-i kudsiye-i Kur’âniye hürmetine zamanın pâdişâhlarını titretmiş, nur-u Muhammed (A.S.M.) omuzunda tecelli etmesiyle, o nur-u Muhammed’in (A.S.M.) ziyasıyla hareket eden bütün evliya Hazret-i Şeyh’e boyun eğmeleri, gerek müslim ve gayr-ı müslim ve her bir meşreb ehli, Hazret-i Şeyh’i tenkide cür’et etmemeleri gösteriyor ki, cadde-i Muhammed (Sallallahü Aleyhi Vesellem)’de bataklık ve nur-u Muhammedî (Aleyhissalâtü Vesselâm)’da zıll olmadığını aynelyakîn derecesinde isbât ediyordu.

Öyle de, on dördüncü asrın hâdim-i Kur’ân’ı da dokuz yaşından (sek-sen altı) yaşına (Hâşiye). kadar bilâ istisna doğrudan doğruya Kur’ân nâmına hizmet ve hareketi ve zamanın pâdişâhından en canavar reis-lerine baş eğmediği, hatta terakkiyat-ı fenniye ve zihniyyede birinciliği ihraz eden, Avrupa Devletlerini iskât eden, zemzeme-i Kur’âniyenin şifahânesinden nebeân ederek, onların semlerine karşı tiryakları şişe değil, mâ-i câri nehirlerle i’lâ-yı kelimetullah eden ve onların kal’alarını zîr ü zeber eden, emsâli görülmemiş on dördüncü asra mahsus envâr-ı Kur’âniyeden Risâle-i Nur ile, cihanın cihat-ı sittesini ve semanın yüzünü aydınlatan ve yaralı olup ölmeyen ehl-i îmanın yaralarını tedavi ve seksen yaşında ihtiyarlarını şabb-ı emred ve genç-lerini ma’sûm bir hale Hazret-i Eyyubvari hayat bahşına vesile olan hâdim-i Kur’ânînin ve Nur Risâlelerini, değil Hazret-i Şeyh (K.S.) al-tıncı asırdan ondördüncü asırda görmesi, Kütüb-ü Sâbıkada remzen ve Hazret-i Kur’ân’da sarahaten göstermeleri, o kitab-ı mübârekin şe’nindendir, diyebileceğim. İnşâallah vazifenin makbuliyetine işârettir ki, vazifenin ehemmiyetine binaen Cenâb-ı Hak onu çok zaman evvel gös-tererek, meb’us-u âlem güzide-i benî Âdem Efendimizden, Hulefa-i Raşidîn’den (Radıyallahu anhüm), aktab-ı evliyadan öyle bir ma’nevî kuvvet teraküm etmiş oluyor ki; değil bu zamanın kör ve sağırları, dün-yanın en azgın firavun ve nemrudları da olsa yine korkacakları ve ağız açamayacakları bedihîdir. Dilerim Cenâb-ı Hak’tan envâr-ı Kur’âniyenin

bayrağı altında toplanan ehl-i îmanın ellerine yetişmesiyle, ilâ yevmül-kıyam o envârın tevessüüne ve neşrine hayatını feda eden ve edecek erbabının teksirini ihsan buyursun. Âmîn, Âmîn. Bihürmeti Seyyidi’l-Mürselîn...

Sevgili Üstadım yarım yaşımın tercüman olduğu şu arîzama, yarım nazarla bakıp afv-ı kusur buyurmanızı diler, el ve eteklerinizden öper, bize ve bütün âleme vesile-i hayat olan Üstadım, Cenâb-ı Hak sizden ebediyen razı olsun, duasını gece ve gündüz niyaz eylerim.

Mücrim talebeniz Ali
--------------------------
(Hâşiye): Üstad hazretleri bu mektubu tashih ettikleri zaman (altmış ye-rine) kendi elyazılarıyla bu (seksen altı) rakamını yazmışlardır.

(Nâşir)


Səs yoxdur