Barla Lâhikası | Mektub 210 | 217
(217-217)

(Hulûsî Bey’e yazılan bir mektubdur.)

Aziz Kardeşim, Hamiyetli Arkadaşım, Gayretli Talebem, Sevgili Biraderzadem!

Senin güzel mektubun bana şifalı oldu. Ben ziyâde rahatsız iken onu okudum, bana bir sürur verdi, o sürur dahi o hastalığa bir hıffet verdi. Şu hastalığın sırrı, insanlardan istiğnâya dâir sana yazdığım mektubun kerâmetidir. Çünkü, o mektubu bir gün iki-üç zâta, onların hediyelerinin adem-i kabulüne medâr olmak için okudum. Aynı günde o zâtın hânesine gittim. Az bir yemek getirdi, arkadaşlarımın hatırları için bir parça yedim. Hiç hatırıma gelmedi ki, o günde o hakîkatlı mektubu o yemek sâhibine okudum, şimdi muhalefet ediyorum. Yemekten sonra hatırıma geldi. Fakat hediye kabul edemiyorum, belki yemek yenilir tahmin ettim. Fakat altına girdiğimden öyle bir şiddetli tokat yedim ki, bu dört senede böyle hastalık görmemiştim. Fakat Cenâb-ı Hakk’a şükrettim ki, bir-iki senedir ba’zı emâreler ve hâdiseler ile zannettiğim bir hakîkat, bu tokat ile gâyet kat’iyyetle göründü.

Şeyh Mustafa’ya benim tarafımdan geçmiş olsun de ve şu hikâyeyi ona söyle:

Eskide iki ciddî âhiret kardaşları var imiş. Biri hasta düşer, ötekisi ziyaretine gitti. Dua eder, hasta iyi olmaz. Öyle ise sen kalk, ben yatacağım demiş. Hasta kalkmış, onun yerine hasta olarak yatmış. Her ne ise... Demek Şeyh Mustafa ile kardeşliğimiz ciddîleşmiş ki, ben hastalığına dua ettim, kabul olmadı. Fakat birkaç gün devamı mukadder olan hastalığının bir parçası bana verildi. İnşâallah ona bir parça hıffet gelmiştir.

Sözler hakkında hüsn-ü şehâdetiniz, bana büyük bir teselli verdi. Vazifemin bitmediğine dâir bürhanlarınız gâyet kuvvetlidirler, lâkin ben gâyet kuvvetsizim. Fakat Cenâb-ı Hakk’a tevekkül edip, o bürhanlara serfüru’ ediyorum.

Cemâata Sözler’i okumak zamanında, sendeki hissiyat-ı âliye ve fazla inkişaf ve fedakârâne hamiyet-i diniye galeyânının sırrı şudur ki:

Velâyet-i kübrâ olan veraset-i nübüvvetteki makam-ı tebliğin envârı altına girdiğin içindir. O vakit sen, dellâl-ı Kur’ân Said’in vekili belki ma’nen aynı hükmüne geçtiğin içindir.

Gurbet mektubuyla kamer ve zemin ve seyyarata dâir mektubuma cevab verilmemesinin sebebi şu olmak gerektir ki: Gurbet mektubu, bütün dünyayı unutmak hissi ile yazılmıştır. Sen dünyayı unutmak değil, belki vazife i’tibâriyle en sathî maddiyatla zihnin meşbu’ olduğu bir zamanda, herhalde o gurbetteki zevki bulamadın. Ve o mektubun tam derecesini, muvakkaten perde çekilmiş olan parlak zekâvetin kavrayamadı ki, cevab yazamadı.

Öteki mektub, çok yüksek ve çok geniş hakâika işâret ettiği ve hadsiz âlem-i ulviyenin ve nihayetsiz âlem-i ma’nevîyenin bir nevi haritasına işâret ettiği için sâfi, meşgalesiz, arzî ve arzlılardan sıyrılıp yukarıya çıkan bir akıl lâzım idi. Halbuki benim gayretli kardeşim, o vakit zeminin haritasını alacak bir vazife ile meşgul olduğundandır ki, o ulvî ve pek keskin zekâvetin o mektuba karşı sükûtu iltizam etmeye mecbûr olmuş.

Said Nursî


Səs yoxdur