Barla Lâhikası | Mektub 245 | 252
(252-252)

MEKTÛBÂT’DA YİRMİ SEKİZİNCİ MEKTUB’UN SEKİZİNCİ MES’ELESİNİN ÜÇÜNCÜ NÜKTESİ:

Aziz Kardeşim!

Evvelâ: Kardeşimiz Abdülmecid’in, Yirmi Altıncı Mektub’un Üçüncü Mebhasını, lüzumsuz bir ihtiyâta binâen ziyâde görmesini, sen de onun ziyâdesini ziyâde görmekliğin, beni ziyâde sevindirdi.


diyen ve Kur’ân’ın takdirine mazhar olan Hazret-i İbrahim (A.S.)ın ittiba’ına mükellef olduğumuza işâret eden i217 sırrına mazhar olduğumuzu bilmeliyiz.

Sâniyen: Bana karşı umumen dost bir şehir ahalisinden bir müftü, sathî bir nazar ile, vâhî ba’zı tenkidâtı, Onuncu Söz’ün teferruat kısmına etmiş diye Abdülmecid yazıyor. Abdülmecid’in ona verdiği cevablar, iki yer müstesna, mütebâkisi kâfidir. Fakat iki yerde, o da o zâtın sathî suâline, sathî olarak cevab vermiş:

Birincisi: O zât demiş ki: “Onuncu Söz’ün hakîkatları münkirlere karşı değil. Çünkü, sıfât ve esmâ-i İlâhîyeye binâ edilmiş.” Abdülmecid cevabında diyor ki: “Münkirleri hakîkatlardan evvelki dört işâretle îmana getirmiş, ikrar ettirmiş. Sonra hakîkatları dinlettiriyor.” Meâlinde cevab vermiş.

Hakîki cevabı şudur ki: Herbir hakîkat, üç şeyi birden isbat ediyor; hem Vâcibü’l-Vücûd’un vücûdunu, hem esmâ ve sıfâtını, sonra haşri onlara bina edip, isbat ediyor. En muannid münkirden tâ en hâlis bir mü’mine kadar herkes, her “Hakîkat”tan hissesini alabilir. Çünkü, “Hakîkat”larda mevcûdâta, âsâra nazarı çeviriyor.

Der ki: Bunlarda muntazam ef’al var, muntazam fiil ise fâilsiz olmaz. Öyle ise bir fâili var. İntizam ve mîzan ile o fâil iş gördüğü için, hakîm ve âdil olmak lâzımgelir. Mâdem hakîmdir, abes işleri yapmaz. Mâdem adâletle iş görüyor, hukukları zâyi’ etmez. Öyle ise bir mecma-ı ekber, bir mahkeme-i kübrâ olacak.

İşte Hakîkatlar bu tarzda işe girişmişler. Mücmel olduğu için, üç dâvayı birden isbat ediyorlar. Sathî nazar farkedemiyor. Zâten o mücmel Hakîkatların herbirisi, başka risâleler ve Sözler’de kemâl-i îzah ile tafsil edilmiş.

Abdülmecid’in ikinci nâkıs cevabı şudur ki:

O zâtın yanlış sualine mümaşat edip, yanlışını kabul ettiği için, yanlış etmiş. Çünkü Onuncu Söz’ün “Hâşiye”sinde, ism-i a’zam, yalnız her ismin bir mertebesinden ibaret olduğu zikredilmemiş. Belki çok yerlerde demişiz: İsm-i a’zamdan ve her ismin a’zamî mertebesinden tezâhür eder. İsm-i a’zamı isbat etmekle beraber, her ismin bir mertebe-i a’zamı var ki; Resûl-i Ekrem (A.S.M.) bunlara mazhar olduğu gibi haşr-i a’zam da onlara bakıyor. Meselâ ism-i Hâlık meratibi, benim Hâlıkımdan tut, tâ Hâlık-ı Küll-i Şey’e kadar olan mertebe-i a’zama kadar merâtibi var.

O şübheli zâtın, her ismin bir mertebe-i a’zamı olduğunu tezyif etmek niyetiyle, mutasavvıfa-i mütefelsife fikridir demiş. Halbuki başta İmâm-ı A’zam, İmâm-ı Gazâlî, Celâleddin-i Süyûtî, İmâm-ı Rabbânî, Şah-ı Geylânî gibi sıddıkîn-i muhakkikîn, ism-i a’zamı ayrı ayrı görmüşler. İmâm-ı A’zam demiş: “El-Adl, El-Hakem ism-i a’zamdır” ve hâkezâ. Her ne ise bu mes’ele bu kadar yeter.

O zâtın sathî ilişmesinden üç cihetle memnun oldum:

Birincisi: Tenkid etmek istediği halde, edemediği için gösteriyor ki; Onuncu Söz’ün hakâikı, kabil-i tenkid değildir. Olsa olsa teferruat kabilinden ba’zı ibarelerine ilişebilir.

İkincisi: İnşâallah âlî bir zekâ ve gayreti bulunan Abdülmecid’i gayrete getirdi. Hulûsî’ye yakışacak çalışkan, müteyakkız bir arkadaş oldu.

Üçüncüsü: O zât müşteridir ki ilişmiş, müşteri olmayan lâkayd kalır. İnşâallah ileride tam istifade edecek.

Bu nüktenin bir güzel meâlini ya sen, ya Abdülmecid kaleme alıp, benim selâmımla, memnuniyetimle beraber, o zâta gönderebilirsiniz.

Mahallenizin imamı Hâfız Ömer Efendi’ye, selâm et ve de ki, ben onu kabul ettim. Talebelik şartlarını da, ona söyle. Pederiniz ve Fethi Bey ve Hoca Abdurrahman, Sözler’i ciddî dinlemeleri beni çok mesrur ediyor. Ben onlara duâ ediyorum. Onlar da bana duâ etsinler. Seydâ nâmındaki zât, pederinizin intisab ettiği zât değil, ondan evvel gelmiş iştihar etmiş mühim bir zâttır. Başta Sabri, Süleyman, Tevfik, bütün ihvanlar size selâm ediyorlar.

Kardeşiniz

Said Nursî


Səs yoxdur