Barla Lâhikası | Mektub 258 | 265
(265-265)

(5 Şubat 1934)

Aziz, Sıddık, Müdakkik, Müştak Kardeşim Re’fet Bey!

Sen benimle ne kadar konuşmayı arzu ediyorsan, belki ondan ziyâde ben arzu ediyorum. Fakat maatteessüf müteaddid esbâb tahtında sıkıntılı bir vaziyetteyim. Hatta bir iki saatte bulduğum bir fırsat, yedi sekiz mektubu yazmaya çalışıyorum. Arasıra benim yanıma gelen Galib dahi men’edildi. Yalnız biçâre Şamlı kaldı, o da her vakit gelemiyor.

Hem bu yılanları yaralandırıp bize canavarcasına saldırıyorlar. Her fırsattan sıkıntı vermeye çalışıyorlar. Zâten ben meb’uslardan hayır beklemiyordum. Bunlara iliştiler, kaldırmadılar, bütün bütün düşman ettiler. İşte maatteessüf, bunlar dünyayı hatırıma getirdikleri için, tulûat-ı kalbiye tevakkuf ediyor. Başlarını yesin, bu ehl-i dünyanın dünyasını düşünmek bana zehir oluyor. Ben dünyanıza karışmıyorum, buna mukabil o pis dünyanızı bana düşündürmeyiniz, dediğim halde olamıyor. Ben de Cenâb-ı Hakk’a niyaz ettim ki; bana kuvvetli bir sabır, bir tecrid-i zihin ihsan etsin ki, düşünmeyeyim. Lillâh-il-hamd kalbime bu esas geldi ki: “Bu hizmet-i Kur’âniyede başa ne gelirse gelsin, hatta her günde birer başım olsa da kesilse, yine o hizmetin kudsiyetindeki lezzet-i ruhaniye mukabil geliyor ve kâfidir” diye kemâl-i teslim ile kazâya rıza, kadere teslim ve Cenâb-ı Hakk’a tefviz-i umûr düstûrunu rehber ittihaz ettim.

Nuh’a yazdığım gibi size de diyorum ki: Eskide bir zât, haksız bir mesleği hak zannederek, ondan aldığı bir muhabbet ile, diri iken derisinin soyulduğuna tahammül ederek, kahramanâne bir tavır gösterdiği gibi, acaba ayn-ı hak ve mahz-ı hakîkat ve bütün envâr-ı hakâikın menba’ ve mâdeni olan hakîkat-ı Kur’âniyeye hizmetimizdeki kudsî lezzet, bu mülhidlerin muvakkat, ehemmiyetsiz iz’açlarına ve kalbimizde açtıkları yaralara tiryak ve merhem olamaz mı? Elbette olur ve olmuş ve oluyor.

Sâniyen: Yemen imamı olan Zeydîler Seyyidi hakkındaki suâliniz hakîkaten ehemmiyetli ve yümünlüdür. Fakat meymenetsiz bir zamana rastgeldi. Hem zihnim kapalı, hem hal müsaid değil, hem ve hem... Yalnız bu kadar var ki, meşhur “İmâm-ı Zeyd” Sâdât-ı Azîmeden ve eimme-i Âl-i Beyt’tendir. Ve müfrit Şîaları reddeden ve

deyip Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer’den teberriyi kabul etmeyen ve o iki halife-i zîşanı hürmet edip kabul eden bir zâttır. Onun etba’ları, Şîaların en mu’tedili ve en sünnîsidir. Bunlar hem ehl-i insaf ve hem çabuk hakkı kabul eder bir tâifedir. İnşâallah Vehhâbîlerin tahribâtını tamire sebeb oldukları gibi Ehl-i Sünnet ve Cemâat’tan Zeydîlerin inhirafları dahi istikamet kesbedip, Ehl-i Sünnet’e iltihak edip imtizaç edecekler. Bu âhirzaman çok çalkalanıyor, bu fitne-i âhirzaman acib şeyler doğuracağını ihsâs ediyor.

Risâlelerle alâkadar arkadaşlara selâm ve Bedreddin ve hemşireme ve Hacı İbrahim’e duâ ediyorum.


Kardeşiniz

Said Nursî


Səs yoxdur