Barla Lâhikası | Mektub 275 | 282
(282-282)

(Eğridir Müftüsüne son ihtar.)

Eski bir dost ve ilim noktasında bir arkadaş olmak üzere sizinle bir hasb-i hâl edeceğim. İkimize taallûk eden mühim bir musîbet-i dîniyeyi size haber veriyorum. Bunun telâfisine mümkün olduğu kadar beraber çalışmalıyız. Şöyle ki:

Zâtınız, herkesten ziyâde hizmetimize taraftar ve hararetle himayetkâr olmak lâzım gelirken, maatteessüf meçhul sebeplerle aksimize tarafgirâne ve bize karşı soğukça rakîbane baktığınızdan, oğlunuzu bu köyde yerleştirip ona dostahbab buldurmak için çalıştınız. Neticesinde burada öyle bir vaziyet hâsıl olmuş‏ ki, mâhiyetini düşündükçe senin bedeline ruhum titriyor. Çünkü kaidesince bu vaziyetten gelen günahlardan, seyyiâttan siz mes’ûlsünüz.

Zehire tiryâk nâmı vermekle, tiryâk olmadığı gibi; zındıka hissiyâtını veren ve dinsizliğe zemin ihzâr eden bir hey’etin vaziyetine, ne nam verilirse verilsin, Genç Yurdu denilsin, hatta Mübârekler Yurdu denilsin, ne denilirse denilsin o ma’na değişmez. Başka yerlerde, Genç Yurdu ve Türklük Meclisi, Teceddüd Mahfeli gibi isim ve ünvanlarla bulunan hey’etler, başka şekillerde zararsız bir sûrette bulunabilirler.

Fakat bu köyde mâdem sekiz senedir ki, sırf esâsât-ı îmaniye, usûl-i hakâik-i dîniye ile meşgulüz. Elbette bu köyde bize karşı muannidâne bir hey’etin tâkib edeceği esas, îmansızlığa ve usûl-i dîniyeye muhalif, hatta zındıka hesabına bir hareket yerine girer. Bilinsin bilinmesin netice öyle çıkar. Çünkü, bu havâlide umumca tebeyyün etmişki, siyaset cereyanlarıyla alâkadar değilim, belki yalnız hakâik-i dîniye ile meşgulüz. Şimdi burada birisi bize muhalif hareket etse, hükümet hesabına olamaz; çünkü mesleğimiz siyasî değil. Hem yeni bid’alar hesabına da olamaz, çünkü hakîki meşgalemiz esâsât-ı imâniye ve Kur’âniyedir.

Hem resmî diyânet dâiresinin emirleri hesabına dahi değil, çünkü emirlerini tenkid ve muhalefet meşgalesi bizi kudsî hizmetimizden men’ettiği için, o meşgaleyi başkasına bırakıp onunla meşgul olmuyoruz. Mümkün olduğu kadar o emirlere karşı temas ettirmemeye çalışıyoruz.

Öyle ise, sekiz sene bu cereyan-ı îmanî merkezi olan bu köyde, bize karşı muhalefetkârâne ve mütecâvizâne vaziyet alan, ne nam verilirse verilsin, muhalefeti zındıka hesabına ve îmansızlık nâmına kaydedilecek.

İş‏te sizin ilminize ve makam-ı içtimâînize ve mensab-ı fetvanıza ve bu havâlideki nüfuzunuza ve evlâd hakkındaki müfrit şefkatinizden gelen teşvikkârâne muavenetinize istinâd ederek, burada hem beni, hem seni pek ciddî alâkadar edecek bir vaziyet vücûda geliyor.

Ben kendim burada muvakkatım, ıslâhına da mükellef değilim, belki bir derece mes’uliyetten kurtulabilirim. Fakat zâtınız hem sebeb hem nokta-i istinâd olduğunuzdan, o vaziyetten gelen müdhiş meyveler def-ter-i a’mâlinize geçmemek için, her şeyden evvel bu vaziyeti ıslah etmelisiniz veyahut oğlunu buradan çek (Hâşiye). o dâimî senin ma’nevî zararına günah işleyecek tezgâhı tebdil etmeye çalış. Zâtınıza bu tezgâhın mahsulâtından nümune olarak sizin hesabınıza, bana muhalif sûretinde gelen yalnız iki küçük nünuneyi göstereceğim:

Birincisi: Beni haddimden çok fazla hüsnü zanda bulunan ve hareketimi herkesten ziyâde hak telâkki eden bir ehl-i ilim, sana itimaden oğlunuza meslekçe dostluk etmiş. O adam bir gün yanıma geldi. Husûsi odamda namazımı‎ ‎ kılmak vakti geldi. Benimle beraber cemâatle kılmak onun yanında çok ehemmiyetli olduğu halde, gizli Ezân-ı Muhammedîyi (A.S.M.) işitmekten kulağı müteneffirâne, havftan gelen istikrah ile, kaltı kaçtı. Bu işe sen fetva ver. Fahr-i Âlem (A.S.M) en nurânî, leziz, kudsî kelimatını işitmekten kaçan bir kulağın altında olan kalbde bulunan îman, ne hale girdiğini sen söyle!

Bu böyle olsa, başka câhil yahut gençler, o meslekte nasıl boya alırlar, kıyas ediniz. Benimle beraber bu işe ağlayınız.

İkincisi: Bir dostum var idi, takvâsı ifrat derecesinde idi. Benim yanıma geldiği vakit, âhirete âid en güzel parçaları bana gösteriyordu ve ihtar ediyordu. Zâtınız onu bir derece benden soğutmak ve senin oğluna dost yapmak sûretinde onunla konuşmuşsunuz.

İşte o zât, o telkinattan sonra geçen ramazanda bir gün, bana Hülâgû ve Cengiz vâkıalarını okutmak için gösterdi. “Aman bunları oku” dedi. Ben kemâl-i taaccüb ve hayretten dedim: “Kardeşim sen divâne mi oldun? Benim Delâil-i Hayrâtı’‎ okumağa vaktim yok. Böyle zalemelerin sergüzeşt-i zâlimânelerini, bu Ramazan-ı Şerifte bana okutmak hissini nereden kaptın” dedim. Haftada iki def’a yanıma gelen o has dostumu, iki ayda bir def’a daha göremedim. Fakat hakkında inâyet vardı, o halden kurtuldu.

Her ne ise, Bu nev’den olan elîm hâdiseler çoktur. Hakîkatlı bir kardeşimin neseben kardeşi olduğunuzdan haş‏înâne değil, mülâyîmane bir sûrette olan bu dertleşmekten gücenmeyiniz.

Said Nursî


----------------------


(Hâşiye): Hiç kimseye söylemediğim, hatta düşünmesini de istemediğim, Kur’ânî hizmetimize zarar veren bir hâleti söyleyeceğim: Zâtınız bir zaman bize dost göründüğünüzden, senin oğlun talebe gibi yanıma geliyordu. Ciddî istifadeye çalışıyordu. Değil bana sıkıntı vermek, belki ihtar etmesi, ciddî telâkki ediyordu. Vaktâki zâtınız bana karşı rakibâne bir vaziyet aldınız, oğlunuz da o vaziyetin te’sîriyle öyle bir şekle girdi ki, en muti’ talebeden, en merhametsiz bir düşman vaziyetine geldi. O zamandan beri çektiğim sıkıntıların ve hizmet-i Kur’âniyemize gelen zararların kısm-ı a’zamı, oğlunuzun yüzünden ve senin o rakibâne vaziyetinden geldiğine şübhe kalmadı. Senin nüfûzun ve ş‏erefin olmas‎ idi, oğlun böyle şeylere müdahale edemezdi.


Her ne ise... Sizi bütün bütün gücendirmemek için kısa kesiyorum. Kardeşim Hakkı Efendinin hâtı‎rı için ben hakkımı helâl ederim. Fakat bizi istihdam eden ve hizmetine kabul eden Kur’ân-‎ı Hakîm’in darbesinden korkmalı, belki o helâl etmez.

Səs yoxdur