Sizin gibi kardeşlerin tercümeye muhtaç olmadığını düşünüp, yalnız Arabî sûretini göndereceğim, inşâallah.
Sizlere evvelce Âyet-ül Kübra’nın Birinci Makamı’nın hülâsası nâmıyla gönderdiğim parça, o Hizbin esâsıdır. İhtiyarsız, o esâsa küçük fıkralar ve bazı kayıdlar ilâve edildiği vakit, birden başka bir şekil aldı; inkişaf ve inbisat ederek Âyet-ül Kübra’nın misal-i musağğarı gibi şehâdet-i tevhidiyesi parladı, ma’naları ziyâlandı; ruhuma, kalbime, fikrime büyük bir inşirah vermeye başladı. Ben de en yorgunluk ve usanç zamanımda onu mütefekkirane okudum, büyük zevk ve şevk hissettim.
Bir suale cevab olarak yazdığım bir fıkrayı, size de fâidesi olur ihtimaliyle beyan ediyorum:
Evliya dîvânlarını ve ülemanın kitablarını çok mütâla’a eden bir kısım zâtlar taraflarından soruldu: “Risâlet-in-Nur’un verdiği zevk ve şevk ve îmân ve iz’an onlardan çok kuvvetli olmasının sebebi nedir?”
Elcevab: Eski mübârek zâtların ekseri dîvânları ve ülemanın bir kısım risâleleri îmânın ve marifetin neticelerinden ve meyvelerinden ve feyizlerinden bahsederler. Onların zamanlarında îmânın esâsâtına ve köklerine hücum yoktu ve erkân-ı îmân sarsılmıyordu. Şimdi ise köklerine ve erkânına şiddetli ve cemaatli bir sûrette taarruz var. O dîvânlar ve risâlelerin çoğu has mü’minlere ve ferdlere hitab ederler, bu zamanın dehşetli taarruzunu def’edemiyorlar.
Risâlet-in-Nur ise, Kur’ân’ın bir ma’nevî mu’cizesi olarak îmânın esâsâtını kurtarıyor ve mevcûd îmândan istifade cihetine değil, belki çok deliller ve parlak bürhanlar ile îmânın isbatına ve tahkikine ve muhafazasına ve şübehâttan kurtarmasına hizmet ettiğinden; herkese bu zamanda ekmek gibi, ilâç gibi lüzumu var olduğunu dikkatle bakanlar hükmediyorlar. O dîvânlar derler ki: “Veli ol, gör; makamata çık, bak; nurları, feyizleri al.”
Risâlet-in-Nur ise der: “Her kim olursan ol; bak, gör, yalnız gözünü aç, hakîkatı müşahede et, saadet-i ebediyenin anahtarı olan îmânını kurtar.”