Kastamonu Lahikası | Mektup 117 | 175
(174-176)

Evet Eskişehir hapishanesinde dehşetli bir zamanda ve kudsî bir teselliye pek çok muhtaç olduğumuz hengâmda, ma’nevî bir ihtarla: “Risâle-i Nur’un makbuliyetine dâir eski evliyalardan şâhid getiriyorsun. Halbuki


sırrıyla en ziyâde bu mes’elede söz sâhibi Kur’andır. Acaba Risâle-i Nur’u Kur’an kabul eder mi? Ona ne nazarla bakıyor?” denildi. O acib sual karşısında bulundum.

Ben de Kur’an’dan istimdad eyledim. Birden otuzüç âyetin ma’nayı sarihinin teferruatı nev’indeki tabakattan ma’nayı işâri tabakasında ve o ma’nayı işâri külliyetinde dâhil bir ferdi Risâle-i Nur olduğunu ve duhulüne ve medâr-ı imtiyazına bir kuvvetli karine bulunmasını bir saat zarfında hissettim. Ve bir kısmı bir derece îzah ve bir kısmı mücmelen gördüm. Kanaatımda hiçbir şek ve şübhe ve vehim ve vesvese kalmadı. Ben de ehl-i îmânın îmânını Risâle-i Nur’la muhafaza niyetiyle o kat’î kanaatımı yazdım ve has kardeşlerime mahrem tutulmak şartıyla verdim. Ve o risâlede biz demiyoruz ki; âyetin ma’nayı sarihi budur, tâ hocalar (fîhi nazarun) desin.

Hem dememişiz ki, ma’nayı işârinin külliyeti budur. Belki diyoruz ki: Ma’nayı sarihinin tahtında müteaddid tabakalar var. Bir tabakası da ma’nayı işâri ve remzîdir ve o ma’nayı işâri de bir küllîdir. Her asırda cüz’iyatları var. Risâle-i Nur dahi bu asırda o ma’nayı işâri tabakasının külliyetinden bir ferddir ve o ferdin kasden bir medâr-ı nazar olduğuna ve ehemmiyetli bir vazife göreceğine, eskiden beri ülema beyninde cârî bir düstûr-u cifrî ve riyazî ile karineler, belki hüccetler gösterilmiş iken, Kur’an’ın âyetine veya sarahatine değil incitmek, belki i’caz ve belâgatına hizmet ediyor. Bu nevi işârât-ı gaybiyeye i’tirâz edilmez. Ehl-i hakîkatın nihayetsiz işârât-ı Kur’aniyeden hadd ve hesaba gelmeyen istihrâcatlarını inkâr edemeyen, bunu da inkâr etmemeli ve edemez.

Dinle
-