Amma benim gibi ehemmiyetsiz bir adamın elinde böyle ehemmiyetli bir eserin zuhur etmesini istiğrab ve istib’ad edip i’tirâz eden zât, eğer buğday tanesi kadar çam çekirdeğinden dağ gibi çam ağacını halkeylemek azamet ve kudret-i İlâhiyeye delil olduğunu düşünse, elbette bizim gibi acz-i mutlak ve fakr-ı mutlakta ve böyle ihtiyac-ı şedid zamanında böyle bir eserin zuhuru, vüs’at-i rahmet-i İlâhiyeye delildir demeye mecbur olur.
Ben sizi ve mu’terizleri Risâle-i Nur’un şeref ve haysiyetiyle te’min ediyorum ki: Bu işaretler ve evliyanın îmalı haberleri, remizleri, beni dâima şükre ve hamde ve kusurlarımdan istiğfara sevketmiş. Hiçbir vakitte hiçbir dakika nefs-i emmâreme medâr-ı fahr ve gurur olacak bir enâniyet ve benlik vermediğini, size bu yirmi sene hayatımın göz önünde tereşşuhatıyla isbat ediyorum.
Evet bu hakîkatla beraber insan kusurlardan, nisyandan, sehivden hâlî değil. Benim bilmediğim çok kusurlarım var. Belki de fikrim karışmış, risâlelerde hatalar da olmuş. Fakat Kur’an’ın hurûfât-ı kudsiyesinin yerine beşerin tercümesini ikame perdesi altında, noksan huruflarla yeni hat altında tahrifkârane ehl-i dalâletin te’vilât-ı fasideleri âyâtın sarahatını incitmelerine bakmıyor gibi; bîçâre mazlum bir adamın kardeşlerinin îmânını kuvvetleştirmek için bir nükte-i i’caziyeyi beyan ettiği için hizmet-i îmâniyesine fütûr verecek derecede i’tirâz, elbette değil öyle zâtlar, belki zerre mikdar insafı bulunan i’tirâz edemez.
Benim şahsım için mu’cîb-i hayrettir ki: O i’tirâz eden zât, benim silsile-i ilimde en mühim üstadım olan Şeyh Fehim’in (K.S.) bir tilmizi ve en ziyâde merbut olduğum Îmâm-ı Rabbânî’nin (R.A.) bir talebesi olduğu halde; herkesten ziyâde, kusurlarıma, eski karışık hayatlarıma, taşkınlıklarıma bakmayarak bütün kuvvetiyle imdadıma koşmak lâzım iken; maatteessüf ondan tereşşuh eden bir i’tirâz, bazı zaîf arkadaşlarımıza fütûr ve ehl-i dalâlete bir sened hükmüne geçtiğini çok teessüfle işittik.
O ihtiyâr zâttan, çabuk bu sû’-i tefehhümü izâle etmek için tamire çalışmasını; hem duasıyla, hem te’sirli nasîhatıyla yardımını bekleriz. Bunu da ilâveten beyan ediyorum:
Bu zamanda gâyet kuvvetli ve hakîkatlı milyonlar fedakârları bulunan meşrebler, meslekler bu dehşetli dalâlet hücumuna karşı zâhiren mağlubiyete düştükleri halde; benim gibi yarım ümmi ve kimsesiz, mütemadiyen tarassud altında, karakol karşısında ve müdhiş, müteaddid cihetlerle aleyhimde propagandalar ve herkesi benden tenfir etmek vaziyetinde bulunan bir adam, elbette dalâlete karşı galibane mukavemet eden ve milyonlar efrâdı bulunan mesleklerden daha ileri, daha kuvvetli dayanan Risâle-i Nur’a sâhib değildir. O eser onun hüneri olamaz... ve onunla iftihar edemez...
Belki doğrudan doğruya Kur’an-ı Hakîm’in bu zamanda bir mu’ci-ze-i ma’nevîyesi rahmet-i İlâhiye tarafından ihsan edilmiştir. O adam, binler arkadaşıyla beraber o hediye-i Kur’aniyeye el atmışlar. Her nasılsa birinci tercümanlık vazifesi ona düşmüş. Onun fikri ve ilmi ve zekâsının eseri olmadığına delil, Risâle-i Nur’un öyle parçaları var ki; ba’zı altı saatte, bazı iki saatte, bazı bir saatte, bazı on dakikada yazılan risaleler var. Ben yemin ile te’min ediyorum ki, Eski Said’in kuvve-i hâfızası beraber olmak şartıyla o on dakikalık işi on saatte fikrimle yapamıyorum. O bir saatlik risâleyi, iki gün isti’dâdımla, zihnimle yapamıyorum ve o altı saatlik risâle olan Otuzuncu Söz’ü ne ben, ne de en müdakkik dindar feylesoflar altı günde o tahkikatı yapamaz... ve hâkeza...
Demek biz müflis olduğumuz halde, gâyet zengin bir mücevherat dükkânının dellâlı ve birer hizmetçisi olmuşuz. Cenâb-ı Hak fazl ve keremiyle, bu hizmette hâlîsane, muhlîsane bizi ve umum Risâle-i Nur şâkirdlerini dâim muvaffak eylesin, âmîn.
Said Nursî