Kastamonu Lahikası | Mektup 119 | 181
(180-185)

Lâkin biz görüyoruz ki, onların kalbleri kasiyye, merhametsiz. Dişlerini bilerler, hiddetli de bakarlar; ne naz dinler, ne niyâz!

Muztar adamlar gibi me’yusane nazarı yukarıya kaldırdık. Hem istimdadkârane ecrâm-ı ulviyeye bakarız; pek dehşetli tehdidkârâne görürüz.

Güya birer gülle bomba olmuşlar, yuvalarından çıkmışlar, hem etraf-ı fezada pek sür’atli geçerler, her nasılsa ki onlar birbirine dokunmaz.

Ger birisi yolunu kazara bir şaşırtsa, el’iyazübillah, şu âlem-i şehâdet ödü de patlayacak. Tesâdüfe bağlıdır; bundan dahi hayır gelmez.

Me’yusane nazarı o cihetten çevirdik, elîm hayrete düştük. Başımız da eğildi, sînemizde saklandık, nefsimize bakarız, mütâla’a ederiz.

İşte işitiyoruz; zavallı nefsimizden binlerle hâcetlerin sayhaları geliyor. Binlerle fâkatlerin enînleri çıkıyor. Teselliyi beklerken tevahhuş ediyoruz.

Ondan da hayır gelmedi. Pek ilticakârane vicdanımıza girdik; içine bakıyoruz, bir çareyi bekleriz. Eyvah! Yine bulmayız; biz meded vermeliyiz.

Zîra onda görünür binlerle emelleri, galeyanlı arzular, heyecanlı hissiyat, kâinata uzanmış. Herbirinden titreriz, hiç yardım edemeyiz.

O âmâl sıkışmışlar vücûd, adem içinde; bir tarafı ezele, bir tarafı ebede uzanıp gidiyorlar. Öyle vüs’atları var; ger dünyayı yutarsa o vicdan da tok olmaz.

İşte, bu elîm yolda nereye baş vurduk, onda bir belâ bulduk. Zîra mağdub ve dâllîn yolları böyle olur. Tesâdüf ve dalâlet, o yolda nazar endaz.

O nazarı biz taktık, bu hale böyle düştük. Şimdi dahi halimiz ki mebde’ ve meadi, hem Sâni’ ve hem Haşri muvakkat unutmuşuz.

Cehennem’den beterdir, ondan daha muhriktir, ruhumuzu eziyor. Zîra o şeş cihetten ki onlara baş vurduk, öyle halet almışızki

Dinle
-