Sûre-i meşhur ve tarihî bir hâdise-i cüz’iyeyi beyan ile, küllî ve her asırda efrâdı bulunan o gibi ve ona benzeyen hâdiseleri ihtar ve tabakat-ı işâriyeden her tabakaya göre bir ma’nayı ifade etmek, umum asırlarda umum nev-i beşerle konuşan Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın belâgatının muktezası olmasından, bu kudsî sure bu asrımıza da bakıyor, ders veriyor, fenaları tokatlıyor. Ma’nayı işâri tabakasında, bu asrın en büyük hâdisesini haber vermekle beraber; dünyayı her cihetle dine tercih etmek ve dalâlette gitmenin cezası olarak, cifir ve hesab-ı ebced ile üç cümlesi, aynı hâdisenin zamanına tetabuk edip işaret ediyor.
Birinci cümlesi: Kâ’be-i Muazzama’ya hücum eden Ebrehe askerlerinin başlarına Ebâbil tayyareleriyle semâvî bombalar yağdırmasını ifade eden
cümle-i kudsiyesi, bin üç yüz elli dokuz edip, dünyayı dine tercih eden ve nev-i beşeri yoldan çıkaran medeniyetçilerin başlarına semâvî bombalar ve taşları yağdırmasına tevafukla işaret ediyor.
İkinci cümlesi:
kelime-i kudsiyesi, eski zaman hâdisesindeki Kâ’be’nin nurunu söndürmek için, hîlelerle hücum edenlerin kendileri yokluk, zulümat dalâletinde aks-ül amel ile aleyhlerine dönmesiyle tokat yedikleri gibi; bu asrın aynen hîlelerle, desîselerle, zulümlerle Edyan-ı Semâviye Kâ’besini, kıblegâhını dalâlet hesabına tahribe çalışan cebbar, mağrur ehl-i dalâletin tadlil ve idlâllerine semâvî bombalar tokadıyla cezalanmasına, aynı tarihi
kelime-i kudsiyesi bin üç yüz altmış makam-ı cifrîsiyle tevafuk edip işaret ediyor.
Üçüncüsü:
cümle-i kudsiyesi Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a hitaben: “Senin mübârek vatanın ve kıblegâhın olan Mekke-i Mükerreme’yi ve Kâ’be-i Muazzama’yı hârikulâde bir sûrette düşmanlarından kurtarmasını ve o düşmanların nasıl bir tokat yediklerini görmüyor musun?” diye ma’nayı sarihiyle ifade ettiği gibi,