Kastamonu Lahikası | Mektup 176 | 284
(281-284)

Elhasıl: Hâfız Ali’nin ihlasından gelen ifadesi ve Hüsrev’i fevkalâde ihlas noktasında takdir etmesi; ve Hüsrev de gâyet büyük ve bâki bir hissesini bırakıp benim eskiden beri tekrar ettiğim bir davam ki; “Risâle-i Nur’un hakîki şâkirdleri hizmet-i îmâniyeyi herşeyin fevkinde görür, kutbiyet de verilse ihlas için hizmetkârlığı tercih eder” beni o davada bilfiil tasdik etmesi cihetinden, bütün kuvvetimizle bu gibi kardeşlerimizi tebrik ediyoruz.

Kardeşimiz Hasan Âtıf’ın mektubundan anladık ki, hakîkaten tam çalışıyor. Kendi ta’biriyle, Risâle-i Nur’un mücahidlerinin ve efelerinin kalem yâdigârlarını bize hediye olarak irsal ettiğine mukabil, deriz: Cenâb-ı Hak ebeden onlardan razı olsun. Ve daha çok ma’nidar yazdığı cümleler içinde, bir parça ehl-i bid’aya şiddet gördüm. Zaman, zemîn, Risâle-i Nur’un müsbet mesleği, ehl-i bid’a ile değil fiilen, belki fikren ve zihnen dahi meşgul olmağa müsaade etmez. İhtiyat her vakit lâzım. O hâlis kardeşimiz, inşâallah oralarda kendi gibi çok hâlis şâkirdleri yetiştirecek. Biz buradaki duamızda, Âtıf’la beraber oradaki bütün rüfekalarını teşrik ediyoruz. Ben bizzât onlarla muhabere etmek istiyorum, fakat madem Isparta o vazifeyi daha mükemmel yapıyor. O vazifeyi onlara bırakıyorum.

Hâfız Ali’nin mektubunun âhirinde, Medrese-i Nuriye kahramanlarından ve Hüsrev siste’minde Ahmed ve kardeşi Süleyman hakkında takdiratı, bizi mesrûr eyledi. Zâten o Medrese-i Nuriye şâkirdleri benim nazarımda, eskiden beri bir gâye-i hayalim olan Medresetüzzehrâ’nın talebeleri sûretinde düşünüyordum. Ve derdim: “Onlar bunlar oldu veya bunlar onların dümdarlarıdır.”

* * *
Dinle
-