Denizli ve Emirdağ Lahikaları I -II | Denizli Lâhikası Mektup 79 | 52
(52-52)
(79)

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

Bir cilve-i inâyet-i Rabbânîye ve bir himâyet-i İlâhîyedir ki; Ankara’da ehl-i vukuf hey’eti, Risâle-i Nur’un hakîkatlarına karşı mağlûb olup, şiddetli tenkit ve itirazın çok esbabı var iken âdeta berâetine karar verdiklerini işittim. Halbuki mahremlerin şedit ifadeleri ve müdâfaatın dokunaklı meydan okumaları ve maârif vekilinin dehşetli hücumu ve ehl-i vukufun hey’etinde maârif dâiresine mensub ehemmiyetli iki maddî feylesofların ve yeni îcadlara tarafdar büyük bir âlimin bulunması ve bir seneden beri gizli zındıka komitesi aleyhimize Halk Fırkasını ve Maârifi sevketmesi cihetiyle, ehl-i vukufun pek şiddetli itirazları ve bizi ağır cezalarla ittiham etmelerini beklerken, himâyet ve inâyet-i Rahmâniye imdada yetişip onlara Risâle-i Nur’un yüksek makamını göstererek, şiddetli tenkidlerden vazgeçirmiş.

Hattâ bizi cezalardan kurtarmak fikriyle ve Eskişehir Mes’elesi ve Otuz Bir Mart hâdise-i meşhuresiyle beni sâbıkalı bir mücrim-i siyasî nazariyle baktırmamak ve sırf din ve îman için hareket ettiğimizi ve siyaset fikri bulunmadığını göstermek fikriyle demişler ki: “Said Nursî, eskiden beri ara sıra peygambere verasetlik dâvasında bulunur. Kur’ân ve îman hizmetinde müceddidlik tavrını alır, yâni ba’zan bir nevi cezbeye mağlûb olup meczubâne hareket eder.” İşte bu fıkra ile feylesofların dinsizce tâbirler ile, kim olursa olsun din lehinde kuvvetli hareket edenlere: Vazifesi, müceddidlik irsiyetiyle yapıyor diye, hem bir kısım kardeşlerimiz haddimden çok ziyâde hüsn-ü zanlarını tenkid etmek, hem bana bir cezbe isnad ile şiddetlerimde beni siyasetten ve cezadan tebrie etmek ve bize muârız ve düşman olanlarını bir derece okşamak ve işârât-ı Kur’âniye ve kerâmât-ı Aleviye ve Gavsiye hakîkatları kuvvetli olduklarını göstermek ve herkese kıyâsen bende dahi bulunması tahminlerince muhakkak olan hubb-u câh ve enâniyet ve hodfuruşluğu kırmak için, o dinsizce feylesofane tâbirini isti’mal etmişler.

O tâbire karşı Risâle-i Nur, baştan nihayetine kadar güneş gibi bir cevabdır. Ve mesleğimiz, terk-i enâniyet ve uhuvvet olmasından, bizde hodfuruşâne şatahat bulunmadığından, yeni Said’in Risâle-i Nur zamanındaki mahviyetkârâne hayatı ve mübârek kardeşlerinin ifratkârâne hüsn-ü zanlarını hatıra bakmayarak mükerrer derslerle tâdil etmesi, o tâbir ile işmam edilen ma’nayı tam çürütüyor, izâle eder.

* * *
Ses Yok