Denizli ve Emirdağ Lahikaları I -II | Mektup 448 | 601
(601-607)
(448)

(Umum Nur Talebelerine Üstad Bediüzzaman’ın vefatından önce vermiş olduğu en son derstir.)

Aziz Kardeşlerim!

Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i îmaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhîye’ye karışmamaktır. Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet îman hizmeti içinde; herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz. Meselâ:

Kendimi misâl alarak derim: Ben eskiden beri tahakküme ve terzile karşı boyun eğmemişim. Hayatımda tahakkümü kaldırmadığım, bir çok hâdiselerle sabit olmuş. Meselâ: Rusya’da kumandana ayağa kalkmamak, Divan-ı Harb-i Örfî’de idam tehdidine karşı mahkemedeki paşaların suallerine beş para ehemmiyet vermediğim gibi, dört kumandanlara karşı bu tavrım tahakkümlere boyun eğmediğimi gösteriyor. Fakat bu otuz senedir müsbet hareket etmek, menfî hareket etmemek ve vazife-i İlâhîyeye karışmamak hakîkatı için; bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rıza ile mukabele ettim.

Cercis (A.S.) gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa çekenler gibi sabır ve rıza ile karşıladım.

Evet meselâ: Seksen bir hatâsını mahkemede isbat ettiğim bir müddei umûmînin yanlış iddiaları ile aleyhimizdeki kararına karşı, beddua dahi etmedim. Çünkü asıl mes’ele bu zamanın cihad-ı ma’nevîsidir. Ma’nevî tahribatına karşı sed çekmektir. Bununla dâhilî âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.

Evet mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, âsâyişi muhafaza etmek içindir.


düstûru ile ki: “Bir câni yüzünden; onun kardeşi, hânedanı, çoluk-çocuğu mes’ul olamaz.” İşte bunun içindir ki, bütün hayatımda bütün kuvvetimle âsâyişi muhafazaya çalışmışım. Bu kuvvet dâhile karşı değil, ancak haricî tecavüze karşı isti’mal edilebilir. Mezkûr âyetin düstûru ile vazifemiz, dâhildeki âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir. Onun içindir ki, âlem-i İslâm’da âsâyişi ihlâl edici dâhilî muharebat ancak binde bir olmuştur. O da, aradaki bir içtihad farkından ileri gelmiştir. Ve cihad-ı ma’nevîyenin en büyük şartı da; vazife-i İlâhîyeye karışmamaktır ki, “Bizim vazifemiz hizmettir, netice Cenâb-ı Hakk’a âittir; biz vazifemizi yapmakla mecbûr ve mükellefiz.”

Ses Yok