Denizli ve Emirdağ Lahikaları I -II | Mektup 26 | 93
(93-93)

Elcevab: Ben, çok kusurları kabul ile beraber derim: Bu iki mes’elede büyük mazeretlerim var.

Evvelâ: Ben Şafiîyim. Şafiî Mezhebinde cumanın bir şartı; kırk adam imam arkasında Fatiha okumaktır. Daha başka şartlar da var. Onun için burada bana cuma farz değil. Ben, mezheb-i Âzamîyi takliden, ba’zan sünnet olarak kılıyordum.

Sâniyen: Yirmi senedir haksız olarak beni insanlarla görüştürmekten menettikleri için -hem bu âhirde, resmen dört ay evvel perde altında insanlarla temas ettirmemek için tenbihat olmuş,- hem yirmi beş senedir ben münzevi yaşadığım için, kalabalık yerlerde huzur bulamıyorum ve herkesin arkasında mezhebimce iktida edip namaz kılamıyorum ve okumakta yetişemiyorum ve daha Fâtihanın yarısını okumadan imam rükûa gidiyor. Bizde Fatiha okumak farzdır.

Sakal mes’elesi ise: Bu bir sünnettir, hocalara mahsus değil. Bu millette yüzde doksan sakalsız olanların içinde küçüktenberi sakalsız bulundum. Bu yirmi senedir, bana resmî hücumlarda −ba’zı arkadaşlarımın sakallarını kestirmeleriyle− benim sakal bırakmadığım bir hikmet, bir inâyet-i İlâhiye olduğunu isbat etti. Eğer sakal olsaydı, traş edilseydi, Risâle-i Nur’a büyük bir zarardı. Çünkü ölecektim, dayanamıyacaktım. Ba’zı âlimler “Sakalı traş etmek caiz değildir” demişler. Muradları sakalı bıraktıktan sonra traş etmek haramdır demektir. Yoksa hiç bırakmayan, bir sünneti terketmiş olur. Fakat bu zamanda, dehşetli pek çok günah-ı kebireden çekinmek için, bu terk-i sünnete mukabil, Risâle-i Nur’un irşadiyle, yirmi sene haps-i münferid hükmünde işkenceli bir hayat geçirdik; inşâallah o, sünnetin terkine bir kefarettir.

Hem bunu kat’iyyen ilân ediyorum ki: Risâle-i Nur, Kur’ânın malıdır. Benim ne haddim var ki, sâhib olayım; ta ki kusurlarım ona sirayet etsin. Belki o Nur’un kusurlu bir hâdimi ve o elmas mücevherat dükkânının bir dellâlıyım. Benim karmakarışık vaziyetim ona sirayet edemez, ona dokunamaz. Zâten Risâle-i Nur’un bize verdiği ders de, hakîkat-ı ihlâs ve terk-i enaniyet ve dâima kendini kusurlu bilmek ve hodfuruşluk etmemektir. Kendimizi değil, Risâle-i Nur’un şahs-ı ma’nevîsini ehl-i îmana gösteriyoruz. Bizler, kusurumuzu görene ve bize bildirene -fakat hakîkat olmak şartiyle- minnetdar oluyoruz, Allah razı olsun deriz. Boynumuzda bir akrep bulunsa, ısırmadan atılsa, nasıl memnun oluruz; kusurumuzu, fakat garaz ve inad olmamak şartiyle ve bid’atlara ve dalâlete yardım etmemek kaydı ile kabul edip minnetdar oluyoruz.

* * *
Ses Yok