Denizli ve Emirdağ Lahikaları I -II | Mektup 152 | 247
(247-248)
(152)

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

Evvelâ: Cennet-ül Firdevsin meyveleri ve Medreset-üz-Zehranın hey’et-i fa’âlesinin sahaif-i amelleri ve defter-i haseneleri olan “Zülfikâr” ve arkadaşlarını, selâmetle cuma gecesi serçe kuşunun verdiği müjdeden iki saat sonra kemâl-i sürur ile aldık. Sizlere onların harfleri adedince


deyip ruh u canımızla sizi tebrik ettiğimiz gibi, bu memleketi de tebrik ederiz. Ve “Zülfikâr”ın zuhurunun mukaddemeleri başlaması ile din lehinde kuvvetli cereyanların ve aleyhindeki tecavüzün durması ve bir kısmı rücu’ edip eski hatîatın tamirine çalışması işâretiyle, şimdi bilfiil tezahür ve neşrolması, İnşâallah memleket için İslâmiyet cihetinde büyük bir faidesi olacak ve zulmetleri dağıtacak işâretini veriyor.

Evet, şimalden gelen küfr-ü mutlak cereyanını durduracak, yalnız Risâle-i Nur’dur. Siyaset, diplomatlık bu vazifeyi göremez. Onun için vatanperver ve milliyetçi ve siyasetçiler, Nurlara sarılmağa mecburiyet var. O “Zülfikâr”ın zuhura gelmesi için çalışanların şahs-ı ma’nevîsinin, belki herbirisinin kıyametteki defter-i hasenatına yedi yüz sahifesiyle bir tek sahife hasenat olmasını rahmet-i İlâhîyyeden niyaz ediyoruz. Mâdem o îman hakîkatları yüksek bir ibâdet ve hasenedir ve onunla çokların îmanını kurtarmak binler hasene hükmündedir, onun zuhuruna çalışanların herbirisi onu okuyup ve dinleyip itikad etmesiyle, aynen işlediği sâir hayratın defteri gibi bir uhrevi senedidir. Elbette onların ve şahs-ı ma’nevîsinin âhiretde defter-i hasenatından yedi yüz sahifesiyle bir tek sahife olarak “Zülfikâr” aynen neşrolmak ve bir sahifesi hükmüne geçmek hadsiz bir rahmetin şe’nidir.

Saniyen: Gerçi Nurlar girdikleri her yerde galebe eder, fakat mütemerrid ve muannid zındıklar maddiyunlar, ellerinden geldiği kadar fütuhatına fütur vermek için desiselerle ve ehl-i siyasete evham vermeğe çabalıyorlar. İnşâallah bir halt edemezler. Fakat ihtiyat, her vakit iyidir. (Sırran tenevveret) düstûru devam ediyor. Ta bunun gibi birkaç mecmûa çıkıncaya kadar temkinli ve ihtiyatlı bulunmak lüzumu var. Hattâ bu def’a sırr-ı ’nın remizli risâlesini on üç senedenberi görmediğim halde buraya göndermek bir derece ihtiyat kaidesine muhalif olduğu gibi, herkes anlamaz; hem te’vil ve tefsir lâzımdır. Çünkü “Lâhika”da bir mektubda yazmıştım ki, iki hakîkat mücmelen bana ihtar edilmişti:

Ses Yok