Denizli ve Emirdağ Lahikaları I -II | Mektup 439 | 586
(586-587)

Halbuki o nüshaların bir kısm-ı mühimmini hediye olarak mukabelesiz etrafa ve âlem-i İslâm ve Avrupa’ya gönderdiği ve elindeki nafakasını Nur’un teksirine sarfettiği halde, yine Nur’un nüshaları acib bir tarzda hem kendine, hem o hâlis fedakârlarına kâfi gelmesi, eski zamandaki işâret-i gaybiyesinin bir güzel meyvesi ve bir hikmeti olduğuna kat’iyyen kanaatim geldiğinden vasiyetnamemin âhirinde beyân ediyorum.

Bu vasiyetname benden sonra bâki kalan tâyinat içinde de konulsun, tâ ki ba’zı insafsız insanlar “Bu Said günde beş-on kuruşla yaşadığı ve kimseden para almadığı halde şimdiki mirası yüzer lira görünüyor, nerede buldu?” dememek için bu hakîkati izhar etmek münasib olur.

Şimdi ma’nevî evlâdlarım, fedakâr hizmetkârlarım olan Zübeyr, Ceylân, Sungur, Bayram, Hüsnü, Abdullah, Mustafa gibi ve has ve hâlis Nur’un kahramanları olan Husrev ve Nazif, Tahirî, Mustafa Gül gibi zâtların nezaretinde o düstûrumun muhafaza edilmesini vasiyet ediyorum.

Said Nursî


* * *

(439)


En mühim bir mahkemede son sözüm olarak Mahkeme-i Kübrâ’ya Şekvâ nâmıyla yazılan ve Tarihçe-i Hayat’ta birkaç def’a neşrolunan ve mahkemede iken Ankara makamatına, Temyiz mahkemesine ve mahkeme reislerine gönderilen şekvanın sebebi o hâdisenin acîb, garîb, küçük bir nümunesi bu def’a aynen başıma geldiği için o Mahkeme-i Kübrâ’ya şekvâya bir hâşiyecik olarak beyân ediyorum:

İki gün evvel çok müştak olduğum ve eski zamanda Anadolu medrese-i ilmiyyesi hükmünde olan Konya’ya üç sebeb bahânesiyle;

Biri: İki hakîkatlı nur kardeşim fakir halleriyle beraber büyük bir masrafa girip İzmir mahkemesine gitmişler. Dönüşlerinde yanıma uğradılar. Ben de onları kısmen masraftan kurtarmak için, husûsi otomobilim ile Konya’ya kadar beraber almak.

Ses Yok