Denizli ve Emirdağ Lahikaları I -II | Mektup 325 | 408
(408-408)
(325)


Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

Evvelâ: Size hem acib, hem elim, hem lâtif bir macerayı hayâtımı ve düşmanlarımın şeni’; hem bin ihti’malden bir tek ihti’mal ile, hiçbir şeytan hiçbir kimseyi kandıramadığı bir iftiralarını ve Nur’a karşı isti’mal edilecek hiçbir silâhları kalmadığını beyân etmeye bir münasebet geldi, şöyle ki:

Tarih-i hayâtımı bilenlere malûmdur: Elli beş sene evvel, ben yirmi yaşlarında iken, Bitlis’de merhum Vali Ömer Paşa hânesinde iki sene onun ısrariyle ve ilme ziyâde hürmetiyle kaldım. Onun altı aded kızları vardı; üçü küçük, üçü büyük. Ben üç büyükleri, iki sene beraber bir hânede kaldığımız halde, birbirinden tanımıyordum. O derece dikkat etmiyordum ki bileyim. Hatta bir âlim misafir yanıma geldi, iki günde onları birbirinden farketti, tanıdı. Herkes ve ben de bu hâlime hayret ederdik, bana soruyordular. “Neden bakmıyorsun?” Derdim “İlmin izzetini muhafaza etmek, beni baktırmıyor.”

Hem kırk sene evvel İstanbul’da, Kâğıthâne şenliğinin yevm-i mahsusunda, Köprü’den tâ Kâğıthâneye kadar deniz Haliç’inin iki tarafında binler açık saçık Rum ve Ermeni ve İstanbullu karı ve kızlar dizildikleri sırada, ben ve merhum meb’us Molla Seyyid Tâha ve meb’us Hacı İlyas ile beraber bir kayığa bindik. O kadınların yanlarından geçiyorduk. Benim hiç haberim yoktu. Halbuki Molla Taha ve Hacı İlyas beni tecrübeye karar verdiklerini ve nöbetle beni tarassud ettiklerini bir saat seyahat sonunda itiraf ettiler. Ve dediler: “Senin bu hâline Hayret ettik, hiç bakmadın.” Dedim: “Lüzumsuz, geçici günahlı zevklerin âkıbeti elemler, teessüfler olmasından istemiyorum.”

Hem bütün tarih-i hayâtımda hediyeleri kabul etmek ve minnet altına girip halkın sadaka ve ihsanlarını almaktan çekindiğimi, benimle arkadaşlık edenler bilirler.

Ses Yok