Denizli ve Emirdağ Lahikaları I -II | Mektup 439 | 587
(586-587)

İkincisi: On beş sene benim yanımda okumuş ve yirmi seneye yakın müftülük etmiş ve kırk seneden beri birtek def’adan başka görmediğim ve bütün kardeşlerim, akrabalarım içinde hayatta bir o kalmış olan kardeşimi ve çocuklarını ziyaret etmek ve onlarla görüşmek.

Üçüncüsü: Eski Said’in ve Yeni Said’in mühim üstadlarından olan ve onun müridleri olan Mevlevîlerin her yerde Risâle-i Nur’la alâkadarlıkları cihetiyle çok alâkadar olduğum ve İmam-ı Rabbânî, İmam-ı Gazâlî gibi mühim bir üstadım olan Mevlâna Celaleddin’i ziyaret için gitmiştim. Hem Tarihçe-i Hayat’ta insanlarla görüşemediğime dâir neşredilen yazı ki; ziyaretçilerle görüşemiyorum. Nasılki, hediyelerden men’etmek için Cenâb-ı Hak hastalık verdiği gibi, bu hürmetkârâne ziyaret de bir nevi hediye-i ma’nevîye olduğundan, sesim kesilip bir eser-i inâyet olarak konuşmaktan men’olunduğumdan kardeşimin evine dahi gidemedim ki, konuşmayayım.

Hiç olmazsa Konya’da iki-üç gün kalmak zarurî iken mecbûrî olarak bir saat içinde namazımı kılıp dönmüşüm. Fakat orada bana birdenbire öyle bir vaziyet verildi ki, bütün gazetelerde neşrettiler. Kırk senedir bir def’adan başka görüşmediğim kardeşimin evine dahi gidip görüşemediğim ve konuşamadığım halde, sanki binler adamlarla görüşmüşüm gibi muamele gördüm.

Gerçi, polislerin, aldıkları emre binaen o vaziyetleri cidden büyük bir sehiv idi. Fakat bu şiddetli hastalıklı halime muvafık geldiği için onlardan sıkılmadım. Bilakis helâl ettim. Allah razı olsun dedim, teşekkür ettim. Ben tebdil-i havaya çok muhtaç olduğum için; yazın dağlarda, kışın da kira ettiğim ayrı ayrı menzillerde gezmeye mecbûr oluyorum. Bir yerde duramıyorum. Hastalığım şiddetleniyor. Niyet ettim, tekrar arasıra Konya gibi yerlere gideceğim. Hattâ kirasını verdiğim Emirdağı’nda iki menzilim, Eskişehir’de bir menzilim varken; o ma’nasız vaziyet beni o tebdil-i havadan, o menzilleri ziyaret etmekten men’edilmeme sebeb olduğunu Konya’daki vaziyetten hissetmiştim. Ben kat’iyyen kimse ile görüşemiyorum. Bunun gibi âdetim hilafına bana yapılan çok gayr-ı kanunî muameleler var. İşte bu def’aki mezkûr vaziyeti beyân eden şu ifâdâtım evvelce yazılan “Mahkeme-i Kübrâ’ya Şekvâ”ya bir zeyl olarak neşredilebilir.

Said Nursî


* * *
Ses Yok