Denizli ve Emirdağ Lahikaları I -II | Mektup 208 | 310
(310-310)

Hattâ bir hiss-i kablelvuku’ ile Mustafa Oruç kardeşimizin Risâle-i Nur’un mesleğine muhalif olarak birisiyle mübahasesi.. aynı zamanda, belki aynı dakikada ona gâyet hiddet ve şiddetle bir gücenmek kalbime geldi. Hattâ o Nurdan kazandığı çok ehemmiyetli makamından atmak arzusu oldu, kalben müteessir oldum. Bu benim için bir Abdurrahman idi. Neden böyle şiddetli hiddet ettim. Sonra bu bayramda yanıma geldi, Cenâb-ı Hakk’a şükür ki, çok ehemmiyetli bir ders dinledi ve o büyük hatasını da anladı ve benim burada hiddetimin aynı dakikada hatasını itiraf etti. İnşâallah o keffaret oldu, tam temiz olarak kurtuldu.


Hâmisen: Dört beş aydan beri bir zat, bana buraya bir gazete gönderiyormuş; ben yeniden haber aldım ki, bana gönderiliyormuş. Buradaki dostlarım âdetimi bildikleri içindir ki, değil gazete, Nurdan başka hiçbir kitabı, hiçbir mecmûayı kabul etmediğim gibi yeni yazıdan hiçbir harf bilmediğim için korkmuşlar, bana haber vermemişler ve göstermemişler. Şimdi bir zat, bir mektub içinde bir sahifesi benimle konuşan bir gazetecinin, fakat dost ve hemşehri bir zatın mektubunu gösterdi. Dediler ki: “Çoktan beri senin nâmına bir gazete gönderiyordu, biz korktuk sana göstermedik.” Ben de dedim: “O zata benim tarafımdan çok selâm ediniz. O dostun eski bildiği Said değişmiş, dünya ile alâkası kesilmiş. Hem hasta, hem husûsi mektubu kardeşime de yazamadığımdan o zat gücenmesin.”

Oradaki umum dostlara, hususan Hâfız Emin ve Hâfız Fahreddin gibi kardeşlerimize selâm ve bayramlarını tekrar tebrik ediyoruz.

* * *

(208)

Risâle-i Nur’un avukatı ve Aydın havalisinin Hasan Feyzi’si ve o civarın bir Husrev’i kardeşimiz Ahmed Feyzi, üç senedenberi “Sikke-i Tasdik-i Gaybî”nin Risâle-i Nur’a verdiği yüzer işâret ile tasdiklerini, tam bir kat’i bürhan olarak hem Hadîslerden, hem Âyetlerden ma’na ve cifir muvafakatlariyle Risâle-i Nur’un şahs-ı ma’nevîsini pek kuvvetli bir sûrette isbat ediyor. Risâle-i Nur’un şahs-ı ma’nevîsinin bir mümessili olan Nur şâkirdlerinin şahs-ı ma’nevîsine bazı işâret-i Hadîsiyeyi, Nurun tercümanına veriyor. Hakîkat ise; tercüman, bir derece te’lif itibariyle, o şahs-ı ma’nevînin bir nevi mümessili olmak itibariyledir. Yoksa haddim ve hakkım değildir ki, ben o kudsi işârete medâr olayım.

Ses Yok