Denizli ve Emirdağ Lahikaları I -II | Mektup 221 | 332
(331-332)

İkinci Nokta: Zevâl-i lezzet elem olduğu gibi, zevâl-i elem dahi lezzettir. Evet herkes geçmiş lezzetli, safalı günlerini düşünse, teessüf ve tahassür elem-i ma’nevîsini hissedip “Eyvah!” der ve geçmiş musîbeti, elemli günlerini tahattur etse, zevalinden bir ma’nevî lezzet hisseder ki; “Elhamdülillâh şükür, o belâ sevabını bıraktı gitti” der, ferahla teneffüs eder. Demek bir saat muvakkat elem, zevâliyle ruhta bir ma’nevî lezzet bırakır ve lezzetli saat, bilâkis elem bırakır. Mâdem hakîkat budur ve mâdem geçmiş musîbet saatleri elemleriyle beraber mâdum ve yok olmuş ve gelecek belâ günleri şimdi mâdum ve yoktur. Ve yoktan elem yok ve mâdumdan elem gelmez. Meselâ birkaç gün evvel aç ve susuz olmasından, bir iki gün sonra aç ve susuz olmak ihti’malinden, bugün onlar niyetiyle mütemadiyen ekmek yese ve su içse ne derece divâneliktir. Aynen öyle de; geçmiş ve gelecek elemli saatleri - ki hiç ve mâdum ve yok olmuşlar - şimdi onları düşünüp sabırsızlık göstermek ve kusurlu nefsini bırakıp Allah’tan şekva etmek gibi “oof! of!” demek, divâneliktir. Eğer sağa sola, yâni geçmiş ve geleceğe karşı sabır kuvvetini dağıtmazsa ve hazır saate ve o güne karşı tutsa, tam kâfi gelir, sıkıntı ondan bire iner. Hattâ şekva olmasın, ben bu üçüncü Medrese-i Yusufiye’de bir kaç gün zarfında hiç ömrümde görmediğim maddî ve ma’nevî sıkıntılı, hastalıklı musîbetimde hususan Nur’un hizmetinden mahrumiyetimden gelen me’yusiyet ve kalbî ve ruhî sıkıntılar beni ezdiği sırada, inâyet-i İlâhîyye bu mezkûr hakîkati gösterdi. Ben de sıkıntılı hastalığımdan, hapsimden râzı oldum. Çünkü, benim gibi kabir kapısında bir biçâreye gafletle geçebilir bir saati, on saat ibâdet saatleri yapmak büyük bir kârdır diye şükreyledim.

Üçüncü Nokta: Şefkatkârane hizmetiyle yardım etmek ve muhtaç oldukları rızıklarını ellerine vermek ve ma’nevî yaralarına tesellilerle merhem sürmek, az bir amel ile büyük bir kazanç var. Ve dışarıdan gelen yemeklerini onlara vermek, aynı yemek kadar o gardiyan ve gardiyan ile beraber dahilde ve hariçte biçâre mahpuslara çalışanlara bir sadaka hükmünde defter-i hasenatına yazılır. Hususan musîbetzede, ihtiyar veya hasta veya fakir veya garib olsa, o sadaka-i ma’nevîyenin sevabını çok ziyâdeleştirir. İşte bu kıymetli kazancın şartı, farz nâmızını kılmaktır. Tâ ki o hizmeti Lillâh için olsun. Hem bir şartı da, sadâkat ve şefkat ve sevinçle ve minnet etmemek tarzda yardımlarına koşmaktır.

* * *
Ses Yok