Denizli ve Emirdağ Lahikaları I -II | Mektup 353 | 438
(437-438)

resmî cerideler aynı itirazı şiddetle vurdukları halde, Risâle-i Nur’un bir mahrem parçası şimdiki zaman tamamiyle tayin ettiği bir hadîsin hakîkatını tefsir bahsinde, şeflerin başı Lozan Muahedesinde hiçbir zaman hiçbir Müslüman hakîki Türk’ü, hiçbir Nasraniyete ve Yahudiliğe ve başka dine girmeyen ve İslâm kahramanları olan Türkler’i Protestan yapmağa malûm hahambaşı ile ittifak ederek rey veren o adam, bütün ulema-yı İslâm’ın “Cevazı yok” diye ittifaken hükmettikleri halde, on cihetle kanunlarla onu bütün bu vatandaki ma’sûm Müslümanlara cebren giydirdiği ve tarih-i beşerde bu çeşit ma’nasız acib bir cebr-i umûmî yapmak ve hiçbir kanuna uymayan keyfî kanun nâmına kanun ile onu bu millet-i İslâmiyeye cebren giydirmek; elbette o adama, o Lozan Muahedesinde verdiği dehşetli fikrini isbat etmiş ki, Din-i İslâm’a gâyet muzır olarak hadîsin haber verdiği adam bu zamanda o şeftir.

İşte hakîkat böyle iken, Afyon Mahkemesi adâlet nâmına değil belki o ölmüş adamın muhabbeti taassubu nâmına, eski harfle de neşredilen kararnamenin âhirinde bizi mahkûm etmek için en mühim sebeb, savcının garazkârlığı sebebiyle, mahkeme hey’eti demişler ki: “Said ve arkadaşları, Mustafa Kemâl’e din yıkıcı, süfyan demişler ve kalblerdeki sevgisini bozmaya çalışmışlar, onun için mahkûm ediyoruz.” Acaba, ölmüş gitmiş bir adamın şahsına karşı bin def’a böyle itiraz da olsa, şahsî bir dâva oluyor. Mahkeme-i adâlet buna dâir böyle bir hüküm vermek, elbette pek acib bir ma’na, iş içinde vardır.

Şimdi böyle adamların elinde Nur eserleri dört def’a beraat kazandıkları ve şimdi Adliye Bakanı üç def’a Nur eserlerinin beraatine ve eserde suç mevzuu olmadığına, bizi mahkûm eden Afyon kararını bozmasiyle hüküm verdiği halde şimdi bütün millet; adâlet ve şefkat ve diyânete hizmet bekledikleri Demokrat Hükümeti zamanında, eski müstebidlerin dehşetli plânlariyle Risâle-i Nur’a karşı garazkârların keyfine bırakmamak; bırakılsa, Demokrat Hükümeti aleyhinde büyük bir hıyanettir ve milletin teselli ümidini kırmaktır. Benim Ankara’da bir vekilim Mustafa Sungur 17.11.1950 tarihli çektiği telgrafta “Umum risâlenin bize iadesine karar verilmiş” diye müjde verdi ve âdil Adliye Vekili üç def’a beraat verdiği ve şimdi de Sungur’un mektubuna göre, hem iadesine emir verildiğini ve şimdi telefonla yine haber vereceğim söyledikleri halde, bu onaltı seneden beri aleyhimizde olan iftiralar ve jurnaller;

Ses Yok