Denizli ve Emirdağ Lahikaları I -II | Mektup 379 | 465
(463-465)

Demek bu bir avuçtaki hava zerreleri yalnız ve yalnız bütün kâinatı ihâta eden bir ilim ve irâdenin; sem’ ve basarın sâhibi bir zâtın ve hiç bir şey ona ağır gelmiyen ve en büyük şey, en küçük şey gibi kudretine kolay gelen bir Kadir-i Mutlakın kudreti ve irâdesi ve ilmiyle bu mu’cizat-ı kudrete mazhar oluyorlar. Yoksa, temevvücat-ı havaiyede mevcudiyeti tevehhüm edilen serseri tesadüfün ve kör kuvvetin ve sağır tabiatın îcadına yer vermek, her bir zerreyi; bütün zemin yüzündeki küre-i havaiyede bulunan her şeyi görür, bilir ve yapar hâkim-i mutlak etmektir. Bu ise yüz bin derece akıldan uzak, muhal muhaller içinde bir hurafedir. Ehl-i dalâlet gelsinler, mezhebleri ne kadar akıldan uzak ve hurafe olduklarını görsünler.

Üçüncü Nokta: Bu radyo makineciğinde ve ma’nevî kelimat çiçeklerine saksılık eden bu kapçıktaki bir avuç havanın gösterdikleri mu’cizat-ı kudretten bu hakîkat anlaşılıyor ki: Her bir zerre, Cenâb-ı Hakk’ı zâtiyle ve sıfâtiyle târif eder ve isbat eder. Bütün kâinatı teftiş eden hükemâlar ve ulemalar büyük ve geniş delillerle, Zât-ı Vâcib-ül Vücûd’un vücûdunu ve vahdetini isbat etmek için bütün kâinatı nazara alırlar. Sonra mârifetullahı tam elde ediyorlar. Halbuki nasıl Güneş çıktığı vakit bir zerrecik cam, aynı deniz yüzü gibi Güneşi gösteriyor ve o Güneşe işâret ediyor. Öyle de, bu bir avuç havadaki her bir zerre de mezkûr hakîkate binaen aynen kâinat denizindeki cilve-i tevhidi, sıfat ve kemâliyle kendilerinde gösteriyorlar.

İşte Kur’ân-ı Hakîm’in ma’nevî mu’cizesinin bir lem’ası olan Risâle-i Nur bu hakîkatı izahatiyle isbat etmesi içindir ki; müdakkik bir Nurcu, huzur-u dâimî kazanmak ve mârifetullahı her vakit tahattur etmek için ve huzur-u dâimî hatırı için


demeğe mecbûr olmuyor. Ve yine bir kısım ehl-i hakîkatın dâimî huzuru bulmak için



dedikleri gibi, o Nurcu böyle demeye muhtaç olmuyor. Belki



parlak hakîkatının kudsî penceresi ona kâfi geliyor. Bu kudsî Arabî fıkranın kısacık bir îzahı şudur ki:

Evet herkesin bu âlemde birer âlemi var, birer kâinatı var. Âdeta zîşuurlar adedince birbiri içinde hadsiz kâinatlar, âlemler var. Herkesin husûsi âleminin ve kâinatının ve dünyasının direği kendi hayatıdır. Nasıl herkesin elinde bir âyinesi bulunsa ve bir büyük saraya mukabil tutsa, herkes bir nevi saraya, âyinesi içinde sâhib olur.

Ses Yok