Denizli ve Emirdağ Lahikaları I -II | Mektup 391 | 503
(502-503)

Meselâ: Bir tek kelimeyi aynı anda milyon, belki milyar kelime olarak, cilve-i kudret sahife-i havada istinsah ettiği gibi;


Âyetinin remziyle her kelime-i tayyibe, bütün küre-i havada birden, âdeta zamansız, kalem-i kudret ile istinsah edildiği gibi ma’nevî ve makbul hakîkatların bir yazar-bozar tahtası hükmünde olan küre-i havada kudretin acib bir mu’cizesinin zaman-ı Âdemden beri ülfet perdesi altında ehl-i gaflet nazarında saklandığı gibi şimdi, radyo nâmı verdikleri aynı hakîkat ile sabit olmuş ki: İçinde hadsiz bir ilim ve hikmet ve irâde bulunan gayr-i mütenahi bir kudret-i ezeliyenin cilvesi, her zerre-i havaîde hazır ve nazırdır ki; hadsiz ayrı ayrı kelimeler herbir zerre-i havâinin küçücük kulağına girip, incecik dilinden çıktığı halde karışmıyor, bozulmuyor, şaşırmıyor.

Demek bütün esbab toplansa, tek bir zerrenin bu vazife-i fıtriyesindeki cilve-i kudret-i kudsiyeyi hiçbir cihette yapamadığı ve bu her zerrenin hadsiz ince küçük kulağında ve dilinde gâyet hârika-i san’ata hiçbir cihette hiçbir parmak karışmadığı için ehl-i dalâlet ve ehl-i gaflet ülfet, âdet, kanunluk, yeknesaklık perdesi ile saklayıp; âdi bir isim takıp, muvakkat kendilerini aldatıyorlar.

Meselâ: On Dördüncü Söz’ün Zeylinin hâşiyesinde denildiği gibi: Pek çok mu’cizatlı bir usta, bir tırnak kadar bir odun parçasından yüz okka muhtelif taamları, yüz arşın muhtelif kumaşları yapsa; bir adam, o odun parçasını gösterip dese “Bu işler tabiî ve tasadüfî olarak bundan olmuş.” O ustanın hârika san’atlarını, hünerlerini hiçe indirse; ne derece bir hamakat ve dalâlette bir hurafet ve hezeyan olduğu gibi; aynen öyle de:

Çam ve incir ağacı gibi binler hârika san’atları tazammun eden bir mu’cize-i kudreti, nohut gibi iki çekirdeği gösterip: “Bunlar bundan olmuş.” demek; veya küre-i havayı bir konferans meydanı ve zemin yüzünü bir dershâne ve bir mekteb-i irfan hükmüne getiren ve hadsiz ni’metleri tazammun eden ve hadsiz şükürler ile mukabele etmek lâzımken; ve beşerin saadet-i ebediyesindeki ihsanat-ı İlâhîyenin bir muaccel (Hâşiye) nümunesi; ve hiçbir şüpheyi bırakmayan ve doğrudan doğruya hazine-i rahmetten ihsan edilen bir hediye-i Rahmâniyeye radyo nâmını takmakla, bu elektrik ve havanın temevvücatı nâmını vermek ile, o yüz bin ni’metlere küfran perdesini çekmek, aynen o misal gibi maddiyunların ve ehl-i dalâletin hadsiz bir divanelikleridir ki hadsiz bir cinayet olup, hadsiz bir azaba onları müstahak eder.


Hâşiye: Bu kelimede büyük bir hakîkat hazinesinin anahtarına işâret var.

Ses Yok