Denizli ve Emirdağ Lahikaları I -II | Mektup 392 | 505
(504-506)

“Nur”da dahi; hayat, vücûd gibi doğrudan doğruya kudret-i İlâhiyenin perdesiz tecellisi bedahetle göründüğüne bir delil budur ki: Şimdi bu makinecikteki tırnak kadar bir hava, ma’nevî az bir nur, yalnız bu mevlidden gelen kelimeleri dinler, söyler değil, belki binler, milyonlar kelimeleri aynı anda dinler söyler ki, binler istasyondaki ayrı ayrı kelimeleri şimdiki işittiğimiz kelimeler gibi işitir ve işittirebilir, bize söyleyebilir. Demek en cüz’i en küllî olur.

Hem o küçücük, parçacık hava, küre-i hava kadar vazife görür. En küçük, en büyük küre-i hava kadar büyür.

Eğer cilve-i Kudret-i Ezeliye’ye verilmezse; öyle acib bir hurafeli tezad olur ki; hiçbir hayale gelmez. Bir şey zıddına inkılâbı muhal olduğundan; böyle binler derece en cüz’î, zıddı olan en küllî olmak.. en küçük, en büyük olmak.. en camid, cahil, şuursuz, âciz; en muktedir, en dirâyetli ve irâdetli ve şuurlu olmak lâzım gelir ki: Yüzer tezad ve muhaller ve hurafetler içinde, emsali bulunmaz bir hurafedir.

Demek, bilbedâhe Kudret-i Ezeliyenin bir cilvesidir. Ve o cilvenin küre-i havada umumen temsil eden bu gelen Hadîs-i Şerîf’in meâli gösteriyor. Şöyle ki:

Bir melâike var. Kırk bin başı var. Her başında, kırk bin dil var. Her bir dilde, kırk bin tesbihat yapıyor. Altmış dört trilyon tesbihat aynı anda söylüyor. Demek küre-i hava, bu melâike gibidir. Yâni; bu melâikenin tesbihatı adedince her kelime-i tayyibe, hava sahifesinde yazıyor.

Küre-i hava diyor ki: “Bu Hadîs, benden veya bana nezarete me’mur melekten haber veriyor. Çünkü: İnsandaki bütün konuşmalar ve sâir bütün hadsiz sesler, karışmaları içinde karıştırılmadan tam hurufatiyle ve söyleyenlerin şiveleriyle, mümtaz sesleriyle söylenmek gösterir ki; küllî bir şuurla yapılan bu iş yalnız tek bir zerrenin vazifesi; ne bana, yâni küre-i havaya ve ne de bütün esbaba vermesi hiç bir cihet-i imkânı yok. Demek her yerde hâzır, nâzır ehadiyet cilvesiyle ve içinde ihatalı bir irâde, muhit bir ilim bulunan bir kudret-i ezeliyenin cilvesidir. Buna milyonlar şahidlerinden birisi radyodur.”

“On İkinci Söz’de” Hikmet-i Kur’âniye ile hikmet-i felsefeyi müvazene bahsinde denilmiş olan mes’elenin meâli budur ki: Felsefe-i insaniye, gâyet harikulâde mu’cizat-ı kudret-i İlâhîye’nin mu’cizat-ı rahmeti üstüne âdiyat perdesi çeker. O âdiyat altındaki vahdaniyet delillerini ve o harika ni’metlerini görmüyor, göstermiyor. Fakat âdetten huruç etmiş hususî ba’zı cüz’iyyatı görür, ehemmiyet verir.

Ses Yok