Denizli ve Emirdağ Lahikaları I -II | Mektup 393 | 507
(507-508)

Buna karşı şükür etmek lâzım gelirken, bir küfran-ı ni’met nev’inden âdi, âciz bir insanın îcadı, hüneri nazariyle bakıp; sonra o küllî bir şuur ve ilim ve irâde ve rahmet ve ihsanın neticesi olan o hârikaları unutturup, yalnız ince bir perdesini gösterip; şuursuz tesadüfe, tabiata ve camid maddelere havale edip, ahsen-i takvimde olan insaniyetin mahiyetine zıd bir cehl-i mutlak kapısını açmaktır. Öyle ise:



düstûriyle, mahlûkata mâna-yı harfiyle bakmak elzemdir ki insan, insan olsun.



* * *

(393)


Aziz Sıddık Kardaşlarım!

Evvelâ; bu günlerde sûre-i Ankebût’ta,


âyetini okurken birden şiddetli bir vehim geldi ki: “En zayıf hâne örümceğin hânesidir. Allah’a şerik yapanlar faraza bilseler yâni, îmana gelmeyen Kureyş rüesâları eğer bilseler...” mânasında olan bu âyetin belâğatına münasib bir vaziyet görülmedi.

Birden aynı zamanda Zülfikâr Mu’cizat-ı Ahmediye’yi tashih için açtım. Birden şu satırlar nazarıma ilişti: “Birinci Hâdise: Ma’nevî tevatür derecesinde bir şöhret ile Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Ebu Bekr-i Sıddîk ile küffarın tazyikinden kurtulmak için tahassün ettikleri Gâr-ı Hira’nın kapısında iki nöbetçi gibi, iki güvercinin gelip, beklemeleri ve örümcek dahi perdedâr gibi hârika bir tarzda kalın bir ağ ile mağara kapısını örtmesidir.

Hattâ rüesâ-yı Kureyş’ten, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın eliyle Gazve-i Bedirde öldürülen Übeynn-ibni-Halef, mağaraya bakmış. Arkadaşları demişler: Mağaraya girelim. O demiş: Nasıl girelim.

Burada bir ağ görüyorum ki, Muhammed (A.S.M.) tevellüd etmeden bu ağ yapılmış gibidir. Birden bu âyet-i kerimenin iki harfinde yâni ( ) “lev” harflerinde bir mu’cize gördüm ki, benim vehmim yerine yüksek bir lem’a-i i’caz bildim. Şöyleki:

Ses Yok