Denizli ve Emirdağ Lahikaları I -II | Mektup 448 | 605
(601-607)

İşte bu zamanda, bu dünyada bu ma’nevî cehennemi insanların kalbinden izale eden tek bir çâresi var: O da Kur’ân-ı Hakîm’dir. Ve bu zamanın fehmine göre onun bir mu’cize-i ma’nevîyesi olan Risâle-i Nur eczalarıdır.

Şimdi Allah’a şükrediyoruz ki, siyasî partiler içinde bir parti, bir parça bunu hissetti ki; o eserlerin neşrine mâni olmadı; hakâik-i îmaniyenin dünyada bir cennet-i ma’nevîyeyi ehl-i îmana kazandırdığını isbat eden Risâle-i Nur’a mümanaat etmedi, neşrine müsaadekâr davrandı; naşirlerine de tazyikattan vazgeçti.

Kardeşlerim! Hastalığım pek şiddetli, belki pek yakında öleceğim veyahut bütün bütün konuşmaktan -ba’zan men’olduğum gibi- men’ edileceğim. Onun için benim Nur âhiret kardeşlerim, ehvenüşşer deyip ba’zı biçâre yanlışçıların hatalarına hücum etmesinler. Dâima müsbet hareket etsinler. Menfî hareket vazifemiz değil. Çünkü dâhilde hareket menfîce olmaz. Mâdem siyasetçilerin bir kısmı Risâle-i Nur’a zarar vermiyor, az müsaadekârdır; “ehvenüşşer” olarak bakınız. Daha azamüşşerden kurtulmak için; onlara zararınız dokunmasın, onlara fâideniz dokunsun.

Hem dâhildeki cihad-ı ma’nevî; ma’nevî tahribata karşı çalışmaktır ki; maddî değil, ma’nevî hizmetler lâzımdır. Onun için ehl-i siyasete karışmadığımız gibi, ehl-i siyaset de bizimle meşgul olmaya hiçbir hakları yok!..

Meselâ: Bir parti bana binler vecihle sıkıntı verdiği halde, hattâ otuz senede hapisler de.. tazyikler de olduğu halde, hakkımı helâl ettim. Ve azablarına mukabil, o biçârelerin yüzde doksanbeşini tezyif ve itirazlara, zulümlere ma’rûz kalmaktan kurtulmaya vesile oldum ki,


âyeti hükmünce kabahat ancak yüzde beşe verildi. O aleyhimizdeki partinin şimdi hiçbir cihetle aleyhimizde şekvaya hakları yoktur.

Hattâ bir mahkemede yanlış muhbirlerin ve casusların evhamları ile; bizi, yetmiş kişiyi, mahkûm etmek için su’-i fehmiyle, dikkatsizliği ile Risâle-i Nur’un ba’zı kısımlarına yanlış ma’na vererek seksen yanlışla beni mahkûm etmeye çalıştığı halde, mahkemelerde isbat edildiği gibi, en ziyâde hücuma ma’rûz bir kardeşiniz, mahpus iken pencereden o müdde-i umûmînin üç yaşındaki çocuğunu gördü, sordu, dediler: “Bu müdde-i umûmînin kızıdır.” O ma’sûmun hatırı için o müddeîye beddua etmedi. Belki onun verdiği zahmetler; o Risâle-i Nur’un, o mu’cize-i ma’nevîyenin intişarına, ilânına bir vesile olduğu için rahmetlere inkılâb etti.

Ses Yok